• Mayıs 09, 2021

     

    Hollywood yapımlarının ve oyunlarının birbirleri ile pek anlaşamadığını hepimiz biliyoruz. Ne oyunlardan doğru dürüst film oluyor, ne de oyunlardan film. Dragon Ball filmini örnek olarak göstersem sanırsam yeter de artar da  Aynı şey anime ve Hollywood için de geçerli. Ghost in the Shell uyarlamasının hali ortada. Scarlett Johannsson’u da oynatsan olmuyor. Ya da Netflix’in Death Note’u… Neyse ki konumuz bunlar değil. Asıl konumuz anime ve oyunlar. Ve yine neyse ki bu ikilinin uyumu tartışılmaz. Yine tanıdık bir örnek vereyim: Dragon Ball. Anime severler serisi ile oyun severler oyunları ile coşuyor. Hem anime hem de oyun severler içinse bayram söz konusu. Bir başka güzel örnekle devam edeyim: Pokemon. Vaktiyle ülkemizi de kasıp kavuran Pokemon’un eminim birçoğunuz oyundan gelme olduğunu bilmiyorsunuzdur. Tabi bunlar belirli başlı örnekler. Animeden oyunu ve oyundan animeyi besleyen o kadar çok yapım var ki, saymakla bitmez. Dolayısıyla ben bugün Japonya’da popülaritesi tartışılmaz, ülkemizde ise o kadar bilinmeyen bir yapıma değineceğim: Persona.

    Shin Megami Tensei: Persona olarak da bilinen seri 1996 yılında doğdu. Atlus’un geliştiricisi olduğu Persona serisinin ilk oyunu adeta sürpriz yumurta niteliğindeydi ve kimsenin ummadığı bir başarı elde ederek bir hayli tutuldu. Shin Megami Tensei ismine geri dönecek olursak; şöyle düşünün: Megami Tensei adında bir evren var ve Persona gibi oyunlar bu evrene ait. 1996 yılında çıkan oyun ilk Persona oyunu olsa da ilk çıkan Megami Tensei yapımı 1987 yapımı Digital Devil Story’dir. Shin, yani Yeni kelimesi ise yapımlar batıya elden geçirilmiş olarak uyarlandığında eklenmiştir. 
     

    Atlus’un en gözde Megami Tensei serisi şüphesiz Persona serisi. Lakin üçüncü oyuna kadar popüleritesinin Japonya sınırlarını aştığını söyleyemeyiz. Playstation 2’ye 2006 yılında çıkan Persona 3’ten sonra serinin ulaştığı seviye bambaşka bir boyuta geçti. Nitekim benim de Persona ve diğer Megami Tensei yapımları ile tanışmam Persona 3 sayesinde oldu. Bir yandan klasik J-RPG türüne sadık kalarak canavarları alt ederken bir yandan eşi benzeri görülmemiş “sosyal hayat” sistemi ile beni benden almıştı desem yalan söylememiş olurum. Yine aynı platforma çıkan 2008 yapımı Persona 4’ün de üçten aşağı kalır yanı yoktu. Persona 5 ise artık nasıl desem; herhalde nirvana oldu:) Doksan saatin üzerindeki oynama süresi eminim her şeyi özetliyordur.

    Peki, nedir bu Persona? Aralarında bağ var mı? Diğer Megami Tensei yapımlarını bilmek gerekli mi? Öncelikle Persona oyunları arasında ortak noktalar dışında bir bağ yok. Final Fantasy oyunları gibi düşünün. Sadece Persona 3 ve Persona 3: FES veya Persona 4 ile Persona 4: Arena gibi yapımlar arasında doğrudan bir bağ mevcut. Yapımların tek ortak noktaları seriye de adını veren Personalar ve meşhur Igor karakteri. Personalar, oyundaki karakterlerin kişiliklerini yansıtan bir nevi avatar. Her oyunda sizin karakterinizin (ana karakterin birkaç tanedir) ve takım arkadaşlarınızın belirli güçlere sahip personaları vardır. Kimisinin ateş saldırıları güçlüyken buza zafiyeti vardır, kimisi de tam tersi. Çeşit çeşittirler. Bizleri her oyunda “yooookoso waka velvetto ruumu-eh” Velvet Room’a hoş geldin diyerek karşılayan Igor ise ya doğrudan ya da aracı olarak bizlere bu güçleri bahşeden karakter. Tabi oyunda çarpışacağımız canavarlar da her seride hemen hemen aynı. Jack Frost, Pixie, Lilith, Thor, Naga gibi bin bir Persona her oyunda ya dostumuz ya da düşmanımız. Aynı şekilde Persona’nın diğer Megami Tensei oyunları ile de bağı yok fakat saydığım Personalarla (o oyunlarda Persona değiller tabi) diğer Megami Tensei yapımlarında da karşılaşmak mümkün. Örneğin Shin Megami Tensei: Digital Devil Saga veya Shin Megami Tensei: Devil Summoner gibi serilerde de bir Jack Frost karşınıza çıkabilir. 
     

    Her şeyi anladık güzel de, neden Persona bu kadar popüler diye sorabilirsiniz şimdi. Sebebi basit: Her Persona oyununda boy gösteren sosyal hayat/bağ sistemi. Okula gitmeyi sevmeyen bizler belki ilk defa okula gitmeyi seveceğiz ve bir şeyler öğreneceğiz:) Part – time işlerde çalışacak, kulüplere katılacak ve arkadaşlarla vakit geçireceğiz. Ne için mi? Daha derin bağlar oluşturmak ve kurulan bu bağlar sayesinde daha güçlü Personalar elde etmek için. Ana karakterinizi adeta sıfırdan geliştiriyorsunuz. Oyunda bir takvim sistemi mevcut ve belirli başlı görevlerin süresi gelmeden bu günlerde dilediğinizi yapmakta serbestsiniz. Yan görevler haricinde bu günlerde takım arkadaşlarınızdan birisi veya okuldan/mahalleden birisi ile vakit geçirebilir, çeşitli aktivitelere katılarak karakterinizin belirli yönlerini geliştirebilir veya alışverişe çıkabilirsiniz. Ne yönde ve nasıl gelişeceğiniz tamamen sizin elinizde yani. Persona 5 ile de bu sistem en üst seviyede. Zaten o yüzden oynanma süresi bu kadar yüksek. Arkadaşlarla gezme, manita yapma, işe girme, hamama gitme, ders çalışma, kitap okuma, basebol oynama, araç gereç inşa etme, televizyondan sipariş verme, kahve pişirme, çamaşırhaneye gitme, yemeğe çıkma, kısacası gerçek hayatta yapmaya üşendiğimiz her şeyi Persona 5’te yapıyoruz :) Ve insanlarla kurduğumuz bağlar ne kadar yüksekse o denli güçlü Personalar yaratabiliyoruz. Igor’un Velvet Room’u sayesinde iki personayı füzyon edebiliyor, birinin gücünü diğerine katabiliyoruz. Öncelikle oluşturacağınız personanın karakterinizin levelini aşmaması gerek. Akabinde oluşturduğunuz bağlar ile ekstradan güç katıyorsunuz. Unutmayın: ne kadar bağ – o kadar güç! Benim bildiğim bu tarz bir sistem şimdilik başka hiçbir oyunda yok. Durum böyle olunca ve her oyunda üzerine katınca doğal olarak çok tutuluyor. 
     

     Gelelim işin anime tarafına. Personanın üçüncü oyunundan bu yana anime serileri birebir şekilde uyarlanmakta. 2013 – 2016 yılları arasında dört adet Persona 3 filmi yayınlandı. 2012 ve 2013 yıllarında da Persona 4’ün iki anime serisi yayınlandı. Son olarak 2018 yılında da Persona 5’in anime serisi yayınlandı. Farkındaysanız tüm uyarlamalar 2010’dan sonra yapılmaya başlanmış. Neden bu kadar geç kalınmış sorusuna Persona: Trinity Soul cevabını veririm. Tabi bu benim görüşüm ama 2008 yılında yayınlanan ve Persona 3’ün on sene sonrasını konu alan yapım. Persona’nın adını taşısa da ve on sene sonrasında geçse de Persona ile neredeyse hiçbir alakası yoktu. Bir tane hariç ne tanıdık karakterler vardı ne Personalar ne de Personayı Persona yapan diğer hususlar. Durum böyle olunca adam gibi uyarlamaların çıkması için bu şokun atlatılması gerekti:)

    Persona 1 ve Persona 2 hakkında açıkçası internette okuduklarım dışında detaylı bilgiye sahip değilim. Persona 3’ün ve Persona 4’ün anime incelemeleri de zaten sitede mevcut. Bu yüzden azıcık ucundan Persona 5’in konusuna değineceğim. Benim karakterim olan Raffat 3. Hengst’e Ren Amamiya (Ananı mı!?!?) adını vermişler. Diğer Persona karakterlere verilen adlar da garibime gidiyordu ama en azından tuhaf değillerdi. Amamiya-kun? İlk defa duyuyorum:) Neyse, Amamiya yine her animede olduğu gibi sıradan bir lise öğrencisidir. Güzel bir günün akşamında sarhoş bir adamın bir kadına sarkıntılık yaptığını görünce araya girmek ister. Başarır da. Lakin sarhoş adam oldukça nüfuslu birisi çıkar ve sarkıntılık ettiği kadını tehdit ederek olay yerine varan polislere Amamiya aleyhine tanıklık etmesini sağlar. İyilik et yüzüne tükürsünler misali Amamiya’nın sicili lekelenir ve okulundan uzaklaştırılır. Akabinde Amamiya ailesi tarafından Tokyo’daki tanıdıkları Sojiro’nun yanına gönderilir ve burada Shujin Akademisi’nde okula başlar. İlk başlarda Sojiro dahil herkes Amamiya’ya soğuk davranır çünkü sicili lekelidir ve başı belaya girdiği anda ıslah evini boylayacaktır. Tokyo’ya vardığında Igor diye birisini ve Velvet Room adında garip bir oda üzerine rüyalar görmeye başlar. Rüyalarına anlam veremeyen Amamiya’nın ilk arkadaşı Ryuji olur ve günün birinde okula giderlerken okul yerine bir saray bulurlar ve çok geçmeden kendi dünyalarında olmadıklarını anlarlar. Korku, hayatta kalma iç güdüsü, intikam duyguları derken personaların kol gezdiği “Metaverse” evreniyle tanışırlar ve olaylar gelişir de gelişir. 

     
    Persona serilerinin animeye uyarlanması aslında bir hayli müsait. Ortada takip edilebilen hazır bir hikaye var. Sosyal bağlar sebebiyle istemeyeceğiniz kadar yan aktivite serpiştirebiliyorsunuz. Karakterler zaten rengarenk ve her birinin derin kişiliği mevcut. Oyunun ara videoları vs. zaten anime tarzında yeni bir tarza ihtiyaç yok. Hele bir de müzikler var ki… Tüm Megami Tensei yapımlarında parmağı olan Shoji Meguro’un eserleri gerek oyunlara gerekse animeye inanılmaz bir hava katıyor. Lyn Inaizumİ’nin Persona 5’te seslendirdiği Meguro’nun eserleri çok başarılı. Özellikle Night Rain adlı parçayı şiddetle dinlemenizi tavsiye ederim. Bunun dışında Yumi Kawamura’nın seslendirdiği Persona 3’ün açılış parçası Burn My Dread veya Shihoko Hirata’nın ses verdiği Persona 4’ün açılış parçası Pursuing My True Self şahane parçalar. Hepsinin üstünde ise yine Yumi Kawamura’nın seslendirdiği parça Kimi no Kioku var ki, sadece oyun ve anime dünyasının değil, tüm müzik evreninin en iyi parçalarından birisidir.

    Uzun lafın kısası, Persona serilerini animeye uyarlamak için dahi olmaya gerek yok. Zemin her türlü hazır ve tek yapmanız gereken oyundaki olguları ruhunu kaybettirmeden animeye aktarmak. Oyunun hayranları zaten anime serisini de izleyecektir ama oyunun ruhunu aktarabildiniz mi oyun hayranlarının dışında ciddi bir anime kitlesi de elde edebilirsiniz. Persona: Trinity Soul ile anime kitlesi elde edilememişti ama diğer anime uyarlamaları ile bu da başarıldı. Bu saatten sonra içine etmek için özel bir çaba sarf etmek gerek:) Tek dileğim; Persona dışında da diğer Shin Megami Tensei oyunlarına artık el atılması. 2011 yapımı Nintendo DS oyunu Devil Survivor 2’nin anime uyarlaması yapıldı ama nedense Trinity Soul’daki gibi yine bir şeyler ters gitmiş. Ben oyununu oynamadım ama gördüğüm kadarı ile oyununu oynayanlar da anime serisinden pek memnun değil. Yine de ben Persona dışında, özellikle ana konsollara çıkan serilerin başarılı birer anime olabileceği kanısındayım. Elimizde şahane konseptiyle Digital Devil Saga 1 ve 2 var. Post-apocalyptic teması ile Nocturne (oyunda konuk karakter olarak Devil May Cry’den Dante bile vardı!) bir hayli dikkat çeker. Devil Summoner: Raidou Kuzunoha vs. The Soulless Army veya Devil Summoner 2: Raidou Kuzunoha vs. King Abaddon da 1930’lu yıllarda geçen harika bir anime olur. Dileriz tez zamanda bu saydıklarım da anime olarak karşımıza çıkar. Bizler de şimdilik Persona serileri ile idare edelim. 

    0 comments

  • Copyright © 2013 - Nisekoi - All Right Reserved

    ANİME İNCELEMELERİ SAYFASI Powered by Blogger - Designed by Johanes Djogan