- Home>
- Rafet Kaan Moral >
- Oynanması Gereken J-RPG Serileri
Nisan 24, 2024
Japonya’yı, o adada yaşayan garip insanları ister sevin ister sevmeyin, oyun endüstrisine yaptıkları katkılar asla küçümsenemez. Gerek Nintendo’su yahut Playstation’u ile donanımsal olarak gerekse batıya saldıkları milyonlarca oyun ile hepimizin hayatındalar. Yani bir insan çıkıp ben şu ana kadar Japon oyunu oynamadım diyemez. Bunu demesi için en basitinden Resident Evil bile oynamamış olması gerekir ve Resi oynamayan bir oyun sever de… Tuhaf olur:) Bir dönem hepimizin oynadığı PES, efsane Street Fighter, Mario, Legend of Zelda, Tekken, az önce bahsettiğimiz Resident Evil, hasretini çektiğimiz Silent Hill ve yazmazsak olmaz; Hideo Kojima ile Metal Gear Solid serisi bizlere bu arkadaşların hediyesidir.
Bu yazımızda ise birazcık daha derine inmeyi planlıyorum. Az önce saydığım oyunlar fark ettiyseniz daha çok batı tarzına adapte olmuş seriler. Oysa Japonya’daki arkadaşlar bizlerin fazla aşina olmadığı – yeni keşfettiği iki türü uzun yıllardır oynamakta. İlki görsel roman tarzındaki oyunlar. Anime nedir sanırım bilirsiniz. Bu serilerin yüzde doksanı Manga denilen çizgi romanlarından uyarlanma. Görsel roman tarzı oyunlar da bu mangaların bir nevi oynanabilir hali. Diyalog üzerine kurulu ve hikayeye fazla bir katkınız yok. Açık konuşmak gerekirse herkese de hitap etmez. En popüler örneklerinden birisi: “Doki Doki Literature Club!” İkinci kategori ve aynı zamanda konu başlığımız olan tür ise Japanesse-RPG, kısaca J-RPG arkadaşlar. RPG türünü zaten biliyorsunuz. Genelde bir karakter yaratırsınız, ekibiniz olur, level atlayarak ve çeşitli güçlendirmeler edinerek yolunuza devam edersiniz. J-RPG türünün de bundan çok bir farkı yok. En büyük farkı; buram buram anime kokmaları ve bir serinin düzinelerce oyunu bulunması! Bu oyunlarda karakter oluşturmazsınız, karakter hazırdır ve sadece ismini koyarak oyuna başlarsınız. Ayrıca birçoğu sıra tabanlı dövüşler içerir. Yani bir siz bir düşman sıra ile vurur:) Yine level atlayarak ve yeni güçler – ekipmanlar edinerek yolunuza devam edersiniz. Batı dünyasında da bilinen en güzel örneği şüphesiz Final Fantasy serisi olur. Bu serinin onuncu oyununu oynadıysanız veya bakarsanız sıra tabanlı dövüş ile ne kastettiğimi çok daha iyi anlarsınız.
Günümüzde birçok J-RPG tarzındaki oyun batıya da aktarılmış durumda. Hatta eş zamanlı çıkanları bile var. Eskiden bir J-RPG oyunu önce Japonya’da çıkar, birkaç sene sonra İngilizce altyazıları ile batıda çıkışını gerçekleştirirdi. Bizler daha serinin ilkini oynarken adamlar belki üçüncüsüne bile başlamış olurdu. Neyse, artık ufaktan toparlamam gerek; bu yazımızda, belki de adlarını ilk kez duyacağınız J-RPG tarzındaki serilere değinmek istedim. Dediğim gibi, daha bizim farkında olmadığımız ve Japon halkının bitirdiği birçok oyun mevcut. En azından batıya aktarılmış olanlara değinmek ve birkaç tane bile olsa onları gün yüzüne çıkarmak istedim. Bu arada, listedeki oyunları alfabetik olarak sıralamayı uygun gördüm. Yani en kötüden en iyiye veya tam tersi bir algı oluşmasın. Ayrıca Final Fantasy veya tam olarak J-RPG sayılmasa da Kingdom Hearts’ı batı dünyasında da bir hayli bilindiğinden listeye eklemek istemedim. Bir ara aklımdan Yakuza 7 geçti ama uzun soluklu serinin sadece son oyunu J-RPG tarzında olduğu için listeye dahil etmedim. Uzun lafın kısası; işte karşınızda mutlaka göz atmanız gereken on adet J-RPG serisi!
Atelier oyunlarında hikaye her zaman farklı olsa da, çıkış noktası hep aynıdır: Genelde simya yapmaya yeni başlamış bir kızcağız ve başından geçen olaylar. Ayrıca seriye has bir özellik olarak simya yapabileceğimiz bir kazan vardır. Gerekli malzemeler ve tarifi olduğu sürece eşya, zırh ve silah gibi nesneleri bu seride yaratıp kuşanabiliyorsunuz. Dolayısıyla “toplayıcılık” olayı bu seride bayağı bir fazla. Örnek olarak bir görev alıyorsunuz ve göreviniz on adet x bitkisi toplayıp süper bitki yaratmak. Bu bitki nereden düşüyor? Elbette canavarlardan. Canavarlarla kim mücadele ediyor? Elbette siz ve yoldaşlarınız. Bir J-RPG serisinde bu standarttır. Oyuna tek başlarsınız ve hikayede ilerledikçe yanınıza arkadaşlar katılır. Tarz olarak da elbette karşımıza sevimli anime karakterleri çıkmakta. Anime demişken; Atelier serisinden Atelier Esha & Logy’nın 12 bölümlük bir anime serisi de mevcut. Ben kaç tanesini oynadım diye merak edenleriniz varsa hemen söyleyeyim; 13 tanesini ve seriyi Playstation 2 döneminden bu yana takip etmeye çalışıyorum. Zaten dergide de bir Atelier incelemesi görürseniz büyük ihtimalle o benimdir :)
Dediğim gibi simya sistemi seriyi eşsiz kılıyor ve büyülü dünyası günümüz konsollarında grafiksel olarak biraz geride kalsa da içeriği bu açığı fazlası ile kapatıyor. Serinin dövüşleri de elbette sıra tabanlı olacak şekilde. Ayrıca bir Atelier oyunu ortalama 25-35 saat arasında değişen bir tatmin edici bir oyun süresine de sahip. Elbette bu süre size göre de artış gösterebilir. Yani bir Atelier macerasına giriş yapmak istiyorsanız uzun süreler ayırmaya hazır olun.
Muhakkak oynanması gereken;
Atelier serisine göz atmak isterseniz muhakkak Atelier Iris üçlemesi ile başlamanızı öneririm. Zaten Atelier serisindeki tek üçleme bu seridir ve birçok Atelier hayranı da Iris sayesinde bu seriyi tanımıştır. Atelier Iris dışında Mana Khemia da güzel bir tercih olabilir. Daha modern bir başlangıç arıyorsanız Atelier Ryza veya Atelier Sophie serisini tercihleriniz arasına alabilirsiniz. Hangi oyundan başlayacak olursanız olun, Atelier serisinin havası bambaşkadır ve sizi alıp uzak diyarlara götürecektir.
Chrono Break içinse ayrı bir parantez açmam gerekecek çünkü bu oyun aslında hiç çıkmadı:) Hatta duyurulmadı bile fakat o dönemin yapımcıları böyle bir proje üzerinde çalıştıklarını açıklamıştı ama yapımcı ekibin çoğu Final Fantasy oyunlarına kaydığı için iptal edilmiş. Lakin Chrono serisi o kadar çok sevildi ki günün birinde Chrono Break de çıkacak ümidi hayranları tarafından asla dinmedi. Her ne kadar resmi olarak bir açıklama olmasa da, Chrono Break günün birinde çıkacaktır. Ben de buna inanmaktayım:)
Muhakkak oynanması gereken;
Aslında Atelier serisi gibi olmadığı için muhakkak oynanması gereken diye bir olay Chrono serisinde yok. Chrono oyunları birbirinin tam olarak direkt devamı sayılmasa da aynı evrende geçmekte. İllaki birisini önerecek olursam elbette ilk oyun olan Chrono Trigger olur. Yalnız uyarayım; Chrono serisi Atelier gibi değildir. İçerik olarak daha ağır ve dövüşler daha çetindir:) Yani Chrono serisi için biraz daha deneyimli J-RPG hayranları gerekmekte. Oyun grafiksel olarak eskimiş olsa da nostaljik havası ve eski Zelda oyunlarına benzeyen çizim tarzı ile hala oynanabilir durumda. Kendinize güveniyorsanız durmayın:)
Dragon Quest oyunlarını ortak kılan bir noktası, düşmanlarıdır. Özellikle her oyunda en zayıf olduğu için ilk kez dövüştüğümüz Slime, serinin adeta maskotudur ve bayağı bir sevilmektedir:) Bu arada Gümüş Slime’lara dikkat edin çünkü onlar bayağı bayağı bayağı güzel XP vermekte. Kaçmadan öldürebilirseniz ne ala! Dragon Quest, her ne kadar 1986’dan beri ortada olsa da, özellikle 2010’lu yıllardan sonra İngilizce altyazılı olarak batıda gözükmeye başladı. Örneğin 1992 yılında çıkan Dragon Quest 5, ancak 2009’dan sonra Nintendo DS üzerinden İngilizce oynanabilir hale geldi ve 2015 itibari ile de Android ve iOS platformlarında. Yazının başlarında Japonların bitirdiği ama bize henüz ulaşmayan nice eşsiz J-RPG var demiştim hatırlarsanız. İşte alın size güzel bir örnek:)
Mutlaka oynanması gereken;
Aslında tüm Dragon Quest oyunları mutlaka oynanması gerekir çünkü o kadar güzel ve eşsiz bir dünya sunuyorlar ki, hayran kalmak elde değil. Ama bir seçim yapmamız gerekecekse bu Dragon Quest VIII: Joırney of the Cursed King olur. 2005 yılında Playstation 2 için çıkan bu oyun hem benim için hem de birçok Dragon Quest hayranı için açık ara en iyisidir. Daha yeni bir şeye göz atmak istiyorum derseniz, son çıkan yapım Echoes of an Elusive Age de yerinde bir tercih olur. Bu oyunda gerek görselleri, gerek karakterleri ve farklı mekanları ile dört dörtlük bir Dragon Quest oyunudur. Bu arada, yan oyunlarından hiç bahsetmedim. Benim fazla sevmediğim ve zaten sıra tabanlı da olmayan (tarz olarak Beat’mUp) Dragon Quest Monsters yahut Slime serisi gibi yan ürünleri de elbette mevcut. Benim asıl beklediğim 13. Oyun olacak olan The Flames of Fate. Üstelik bu sefer daha karanlık bir tona sahip olacak bu oyunda sıra tabanlı dövüş mekaniklerine de veda edebilirmişiz. Bekleyip göreceğiz artık.
Aslında sıra tabanlı dövüşlerden pek hoşlanmayan (gerçi öyle birileri olmaması lazım:) veya türe yabanı olanlar için Mana serisi, buram buram J-RPG kokan bir oyunu deneyimlemek isteyenler için ideal bir fırsat olabilir. Mana oyunları da bizleri fantastik bir dünyaya götürmekte ve seriye adını da veren Mana, dünyanın bir nevi yaşam enerjisidir ve tahmin edebileceğiniz üzere kötüler, kötülük yapmak için mananın peşindedir:) Çeşitli diyarlara gidip kötülüğü durdurmak da elbette bizlerin elindedir.
Mutlaka oynanması gereken;
Mana serisi ilginizi çektiyse ve başlama niyetinde olursanız sizlere önerim Trials of Mana olur. Sebebine gelirsek; birincisi, serinin ikinci yapımı olan Trials of Mana, her ne kadar bir devam oyunu olsa da tam bir devam oyunu niteliğinde değil. Yani ilk oyunda olaylar yarım kalmış falan değil. Farklı karakterler, farklı hikaye ama aynı evren tadında. İkinci sebep ise bu oyunun 2020 yılında tamamen yenilenmiş olarak hemen her platforma çıkmış olması. Yani eski tarz grafikleri ile oynamak zorunda değilsiniz. Bir bonus sebep ise oyunun Ağustos ayı itibari ile Playstation Extra ve üstü üyeliklere sahip oyunculara bedava olması:) Yani tüm şartlar sizleri Trials of Mana’yı oynamaya itiyor:)
1996 yılında ilk olarak Playstation için çıkan seri, asıl patlamayı Playstation 2’de, Persona 3 ile gerçekleştirdi dersem yalan olmaz. Üçüncü Persona’nın çıkışından sonra da oyun sürekli yukarı doğru hareket eden bir ivme kazandı ve diğer Shin Megami Tensei oyunlarını da gölgede bırakarak en popüler J-RPG serilerinden birisi haline geldi. İlgi çeken hikayesi ve müthiş müziklerinin de elbette bunda etkisi var ama esas başarıyı batıya yapılan yerinde reklamlar getirdi diye düşünüyorum. Tabi bu getiriler sonucunda Persona serisi üçüncü oyundan itibaren animeye de uyarlanmış durumda.
Dediğim gibi Persona serisi de klasik sıra tabanlı dövüşlere sahip bir J-RPG serisi. Persona oyunlarındaki karakterler liseye giden öğrencilerdir ve kendilerinin de başlarına gelen gizemli bir takım olaylar zincirini araştırarak büyük oyunu bozmaya çalışırlar. Bu mücadelede de onlara Persona denilen alt benlikleri olan varlıklar eşlik eder. Lakin her Persona oyununun ana karakteri birden fazla Persona’ya sahiptir ve dolayısıyla ekibin lideridir:) Canavar öldürmeyip gizem peşine düşmediğimiz zamanlarda da okul ve arkadaşlık aktiviteleri gerçekleştiriyoruz. Persona serisinin öne çıkmasına neden olan bu sistem sayesinde ders çalışıyor, kulüp aktiviteleri gerçekleştiriyor ve arkadaşlarla buluşup takılıyoruz. Amaç sosyal puanlar kazanıp hem kendi karakterimizi güçlendirmek hem de yan karakterlerle bağları güçlendirip daha kaslı hale gelmek.
Mutlaka oynanması gereken;
Persona serisinden bir oyunu bile hiç oynamamak gibi enteresan bir hata yaptıysanız size ilk olarak beşinci oyun olan Persona 5’i oynamanızı öneririm. 90 saate kadar varan oynanış süresi ve dolu dolu içeriği ile zaten serinin şu an göz bebeği durumunda. Bu arada, yan oyunlardan hiç bahsetmedim. Her serinin olduğu gibi Persona’nın da zilyon tane yan mahsülü bulunmakta. Kimisi aynı hikayeyi genişletirken, kimisi farklı bir bakış açısı sunmakta. Hatta ritim oyunları bile bulunmakta. Tüm bunlara bulaşmadan önce gidin bir Persona 5’i oynayın ve sonrasında diğerlerine göz atarsınız:)
lıştığımız tarzdaki J-RPG’lerden daha karanlık bir havaya sahip olan Shadow Hearts’te (gerçi üçüncü oyun daha çok Final Fantasy’ye benziyordu) düşman karakterler H.P. Lovecraft eserlerinden fırlamış gibiydi. Ayrıca doğrudan olmasa da yaşamış kişilikleri oyunda barındırmaktaydı. Bakınız Anastasia Romanov:) Karanlık temasına bir de harikulade müzikleri eklenince ortaya gerçekten tadına doyulmaz bir seri çıkıvermişti. Yine standart J-RPG’lerden farklı olarak “Judgement” sistemini dövüşlerde kullanmak bir hayli eğlenceliydi. Kısaca anlatmam gerekirse bu sistem, diyelim ki bir saldırı yaptınız. Ekranda bir çember beliriyor farklı renklerde. Çark gibi düşünün. Saldırınızın etkisi bu çarkta seçeceğiniz renge göre değişmekteydi. Çok dar kırmızı daha fazla güç, geniş yeşil daha az güç gibi. Ayrıca bazı saldırıların etkili olması için de doğru rengi seçmeniz gerekmekteydi. Anlayacağınız Shadow Hearts, sıradan bir J-RPG’den çok daha öteydi.
Mutlaka Oynanması Gereken;
Bu yazımızda ise birazcık daha derine inmeyi planlıyorum. Az önce saydığım oyunlar fark ettiyseniz daha çok batı tarzına adapte olmuş seriler. Oysa Japonya’daki arkadaşlar bizlerin fazla aşina olmadığı – yeni keşfettiği iki türü uzun yıllardır oynamakta. İlki görsel roman tarzındaki oyunlar. Anime nedir sanırım bilirsiniz. Bu serilerin yüzde doksanı Manga denilen çizgi romanlarından uyarlanma. Görsel roman tarzı oyunlar da bu mangaların bir nevi oynanabilir hali. Diyalog üzerine kurulu ve hikayeye fazla bir katkınız yok. Açık konuşmak gerekirse herkese de hitap etmez. En popüler örneklerinden birisi: “Doki Doki Literature Club!” İkinci kategori ve aynı zamanda konu başlığımız olan tür ise Japanesse-RPG, kısaca J-RPG arkadaşlar. RPG türünü zaten biliyorsunuz. Genelde bir karakter yaratırsınız, ekibiniz olur, level atlayarak ve çeşitli güçlendirmeler edinerek yolunuza devam edersiniz. J-RPG türünün de bundan çok bir farkı yok. En büyük farkı; buram buram anime kokmaları ve bir serinin düzinelerce oyunu bulunması! Bu oyunlarda karakter oluşturmazsınız, karakter hazırdır ve sadece ismini koyarak oyuna başlarsınız. Ayrıca birçoğu sıra tabanlı dövüşler içerir. Yani bir siz bir düşman sıra ile vurur:) Yine level atlayarak ve yeni güçler – ekipmanlar edinerek yolunuza devam edersiniz. Batı dünyasında da bilinen en güzel örneği şüphesiz Final Fantasy serisi olur. Bu serinin onuncu oyununu oynadıysanız veya bakarsanız sıra tabanlı dövüş ile ne kastettiğimi çok daha iyi anlarsınız.
Günümüzde birçok J-RPG tarzındaki oyun batıya da aktarılmış durumda. Hatta eş zamanlı çıkanları bile var. Eskiden bir J-RPG oyunu önce Japonya’da çıkar, birkaç sene sonra İngilizce altyazıları ile batıda çıkışını gerçekleştirirdi. Bizler daha serinin ilkini oynarken adamlar belki üçüncüsüne bile başlamış olurdu. Neyse, artık ufaktan toparlamam gerek; bu yazımızda, belki de adlarını ilk kez duyacağınız J-RPG tarzındaki serilere değinmek istedim. Dediğim gibi, daha bizim farkında olmadığımız ve Japon halkının bitirdiği birçok oyun mevcut. En azından batıya aktarılmış olanlara değinmek ve birkaç tane bile olsa onları gün yüzüne çıkarmak istedim. Bu arada, listedeki oyunları alfabetik olarak sıralamayı uygun gördüm. Yani en kötüden en iyiye veya tam tersi bir algı oluşmasın. Ayrıca Final Fantasy veya tam olarak J-RPG sayılmasa da Kingdom Hearts’ı batı dünyasında da bir hayli bilindiğinden listeye eklemek istemedim. Bir ara aklımdan Yakuza 7 geçti ama uzun soluklu serinin sadece son oyunu J-RPG tarzında olduğu için listeye dahil etmedim. Uzun lafın kısası; işte karşınızda mutlaka göz atmanız gereken on adet J-RPG serisi!
1-) Atelier Serisi
Listemize tam 23 ana oyunu ve 17 yan oyunu bulunan bir seri ile açıyoruz: 1997 yılından bu yana aramızda olan Atelier serisi. Serinin ilk oyunu Atelier Marie: The Alchemist of Salburg, 97 yılında Playstation için çıkışını gerçekleştirdi son oyunu Atelir Sophie 2: The Alchemist of Mysterious Dream de 2022 yılının şubat oyunda hayranları ile buluştu. Yani 25 yıldır bu seri aramızda ve yeni oyunları sürekli çıkmaya devam ediyor. Elbette sıfırdan tüm oyunları oynamak zor olur ve aslında gerek de yok çünkü her oyun farklı bir karaktere ev sahipliği yapmakta ve farklı bir hikayesi bulunmakta. Final Fantasy gibi düşünün. Tema aynı olsa da her oyunun farklı bir dünyası var ve sadece, örneğin Atelier Sophie 2 gibi bir ibare görürseniz tam bir devam oyunu olduğunu görebilirsiniz.
Atelier oyunlarında hikaye her zaman farklı olsa da, çıkış noktası hep aynıdır: Genelde simya yapmaya yeni başlamış bir kızcağız ve başından geçen olaylar. Ayrıca seriye has bir özellik olarak simya yapabileceğimiz bir kazan vardır. Gerekli malzemeler ve tarifi olduğu sürece eşya, zırh ve silah gibi nesneleri bu seride yaratıp kuşanabiliyorsunuz. Dolayısıyla “toplayıcılık” olayı bu seride bayağı bir fazla. Örnek olarak bir görev alıyorsunuz ve göreviniz on adet x bitkisi toplayıp süper bitki yaratmak. Bu bitki nereden düşüyor? Elbette canavarlardan. Canavarlarla kim mücadele ediyor? Elbette siz ve yoldaşlarınız. Bir J-RPG serisinde bu standarttır. Oyuna tek başlarsınız ve hikayede ilerledikçe yanınıza arkadaşlar katılır. Tarz olarak da elbette karşımıza sevimli anime karakterleri çıkmakta. Anime demişken; Atelier serisinden Atelier Esha & Logy’nın 12 bölümlük bir anime serisi de mevcut. Ben kaç tanesini oynadım diye merak edenleriniz varsa hemen söyleyeyim; 13 tanesini ve seriyi Playstation 2 döneminden bu yana takip etmeye çalışıyorum. Zaten dergide de bir Atelier incelemesi görürseniz büyük ihtimalle o benimdir :)
Dediğim gibi simya sistemi seriyi eşsiz kılıyor ve büyülü dünyası günümüz konsollarında grafiksel olarak biraz geride kalsa da içeriği bu açığı fazlası ile kapatıyor. Serinin dövüşleri de elbette sıra tabanlı olacak şekilde. Ayrıca bir Atelier oyunu ortalama 25-35 saat arasında değişen bir tatmin edici bir oyun süresine de sahip. Elbette bu süre size göre de artış gösterebilir. Yani bir Atelier macerasına giriş yapmak istiyorsanız uzun süreler ayırmaya hazır olun.
Muhakkak oynanması gereken;
Atelier serisine göz atmak isterseniz muhakkak Atelier Iris üçlemesi ile başlamanızı öneririm. Zaten Atelier serisindeki tek üçleme bu seridir ve birçok Atelier hayranı da Iris sayesinde bu seriyi tanımıştır. Atelier Iris dışında Mana Khemia da güzel bir tercih olabilir. Daha modern bir başlangıç arıyorsanız Atelier Ryza veya Atelier Sophie serisini tercihleriniz arasına alabilirsiniz. Hangi oyundan başlayacak olursanız olun, Atelier serisinin havası bambaşkadır ve sizi alıp uzak diyarlara götürecektir.
2-) Chrono Serisi
Listemizin ikinci sırasında ise J-RPG türünün mihenk taşlarından birisi olarak anılan Chrono serisi var. Özellikle ilk oyun olan Chrono Trigger, 20 saat üzeri oyun süresi ve inanılmaz hikayesi ile başından kalkamayacağınız bir macera. Bu arada, 20 saat sizlere az gelebilir ama oyunun 1995 yılında Super Nintendo için çıktığını da belirtmek isterim. Chrono serisinde ne ararsanız bulunmakta; zaman yolculuğu, ilkel canavarlar ve robotlar, çeşitli kötü adamlar ve müthiş dostluklar kuracağınız yan karakterler. Ve elbette yine sıra tabanlı dövüşler:) Kronolojik olarak ikinci sırada bulunan Radical Dreamers, Famicam için geliştirilmiş ve metin oyunu. Yani bir nevi otuz yıl öncesinin görsel romanı ve Chrono Trigger ile Chrono Cross arasındaki bir hikayeden bahsetmekte. Hem Radical Dreamers’ı hem de Chrono Cross’u Nisan 2022’den bu yana son model konsollarda da oynamanız mümkün. Ayrıca Chrono Cross, barındırdığı 45’in üzerindeki oynanabilir karakter sayısı ile en kalabalık kadroya sahip olan J-RPG oyunlarından bir tanesi. Chrono Trigger içinse 2018’den bu yana Steam sürümü mevcut.
Chrono Break içinse ayrı bir parantez açmam gerekecek çünkü bu oyun aslında hiç çıkmadı:) Hatta duyurulmadı bile fakat o dönemin yapımcıları böyle bir proje üzerinde çalıştıklarını açıklamıştı ama yapımcı ekibin çoğu Final Fantasy oyunlarına kaydığı için iptal edilmiş. Lakin Chrono serisi o kadar çok sevildi ki günün birinde Chrono Break de çıkacak ümidi hayranları tarafından asla dinmedi. Her ne kadar resmi olarak bir açıklama olmasa da, Chrono Break günün birinde çıkacaktır. Ben de buna inanmaktayım:)
Muhakkak oynanması gereken;
Aslında Atelier serisi gibi olmadığı için muhakkak oynanması gereken diye bir olay Chrono serisinde yok. Chrono oyunları birbirinin tam olarak direkt devamı sayılmasa da aynı evrende geçmekte. İllaki birisini önerecek olursam elbette ilk oyun olan Chrono Trigger olur. Yalnız uyarayım; Chrono serisi Atelier gibi değildir. İçerik olarak daha ağır ve dövüşler daha çetindir:) Yani Chrono serisi için biraz daha deneyimli J-RPG hayranları gerekmekte. Oyun grafiksel olarak eskimiş olsa da nostaljik havası ve eski Zelda oyunlarına benzeyen çizim tarzı ile hala oynanabilir durumda. Kendinize güveniyorsanız durmayın:)
3-) Dragon Quest Serisi
Biraz daha tanıdık bir seri var karşımızda:) 1986 yılından beri aramızda olan ve oyunun karakterlerinin oluşturulmasında Dragon Ball’ın mangakası Akira Toriyama’nın da yardımcı olduğu meşhur Dragon Quest. Özellikle son oyunu Echoes of an Elusive Age ile batı dünyasında da çok beğenilen seri, en köklü J-RPG serilerinden birisidir. Her oyun bizlere farklı bir hikaye, bambaşka bir dünya sunsa da, şablon aslında genelde aynıdır; dünyanın son umudu genelde tanınmayan bizim ana karakterdir fakat önce kaybederiz. Sonrasında arkadaşlığın ve dostluğun gücü ile kötülüğü alt ederek nihayetinde iyiler kazanır:) Ama işte bu şablon her seferinde öyle güzel, öyle tatlı aktarılıyor ki oyuncuya, hiçbir zaman eskimiyor. Far Cry serisini düşünün. Ortam ve karakterler farklı ama yapılanlar aynı. Açıkçası Dragon Quest de böyle ama farkı barındırdığı karakterleri, yaratıcı hikayesi ve hayal gücünü zorlayan eşsiz atmosferi.
Dragon Quest oyunlarını ortak kılan bir noktası, düşmanlarıdır. Özellikle her oyunda en zayıf olduğu için ilk kez dövüştüğümüz Slime, serinin adeta maskotudur ve bayağı bir sevilmektedir:) Bu arada Gümüş Slime’lara dikkat edin çünkü onlar bayağı bayağı bayağı güzel XP vermekte. Kaçmadan öldürebilirseniz ne ala! Dragon Quest, her ne kadar 1986’dan beri ortada olsa da, özellikle 2010’lu yıllardan sonra İngilizce altyazılı olarak batıda gözükmeye başladı. Örneğin 1992 yılında çıkan Dragon Quest 5, ancak 2009’dan sonra Nintendo DS üzerinden İngilizce oynanabilir hale geldi ve 2015 itibari ile de Android ve iOS platformlarında. Yazının başlarında Japonların bitirdiği ama bize henüz ulaşmayan nice eşsiz J-RPG var demiştim hatırlarsanız. İşte alın size güzel bir örnek:)
Mutlaka oynanması gereken;
Aslında tüm Dragon Quest oyunları mutlaka oynanması gerekir çünkü o kadar güzel ve eşsiz bir dünya sunuyorlar ki, hayran kalmak elde değil. Ama bir seçim yapmamız gerekecekse bu Dragon Quest VIII: Joırney of the Cursed King olur. 2005 yılında Playstation 2 için çıkan bu oyun hem benim için hem de birçok Dragon Quest hayranı için açık ara en iyisidir. Daha yeni bir şeye göz atmak istiyorum derseniz, son çıkan yapım Echoes of an Elusive Age de yerinde bir tercih olur. Bu oyunda gerek görselleri, gerek karakterleri ve farklı mekanları ile dört dörtlük bir Dragon Quest oyunudur. Bu arada, yan oyunlarından hiç bahsetmedim. Benim fazla sevmediğim ve zaten sıra tabanlı da olmayan (tarz olarak Beat’mUp) Dragon Quest Monsters yahut Slime serisi gibi yan ürünleri de elbette mevcut. Benim asıl beklediğim 13. Oyun olacak olan The Flames of Fate. Üstelik bu sefer daha karanlık bir tona sahip olacak bu oyunda sıra tabanlı dövüş mekaniklerine de veda edebilirmişiz. Bekleyip göreceğiz artık.
4-) Mana Serisi
Bir Final Fantasy yan oyunu olarak başlayıp, kendi serisine kavuşan ve kendi yan oyunlarına bile sahip olan kaç tane oyun vardır ki? Beyler, bayanlar; karşınızda Mana Serisi! İlk olarak Final Fantasy Adventure adıyla 1991 yılında Game Boy için çıkan seri, asıl patlamayı 1993 yılında Super Nintendo için çıkan Secret of Mana ile gerçekleştirmiş durumda. Mana serisi için hemen şimdi bir parantez açmak istiyorum; bu seri de elbette bir J-RPG oyunu olsa da sıra tabanlı dövüş mekaniklerine sahip değil arkadaşlar. Gerçek zamanlı dövüşler içermekte ve ana karakterinizle beraber yan karakterler de rakibe saldırmakta. Yan karakterleri ister kontrol edebilir, isterseniz dövüşlerde nasıl davranacaklarını belirleyebilirsiniz. Mesela size sağlık ile destek olsunlar veya var güçleri ile düşmana saldırsınlar gibi. Yani yan karakterlerin ne yapacağı sizin tercihinize bırakılıyor.
Aslında sıra tabanlı dövüşlerden pek hoşlanmayan (gerçi öyle birileri olmaması lazım:) veya türe yabanı olanlar için Mana serisi, buram buram J-RPG kokan bir oyunu deneyimlemek isteyenler için ideal bir fırsat olabilir. Mana oyunları da bizleri fantastik bir dünyaya götürmekte ve seriye adını da veren Mana, dünyanın bir nevi yaşam enerjisidir ve tahmin edebileceğiniz üzere kötüler, kötülük yapmak için mananın peşindedir:) Çeşitli diyarlara gidip kötülüğü durdurmak da elbette bizlerin elindedir.
Mutlaka oynanması gereken;
Mana serisi ilginizi çektiyse ve başlama niyetinde olursanız sizlere önerim Trials of Mana olur. Sebebine gelirsek; birincisi, serinin ikinci yapımı olan Trials of Mana, her ne kadar bir devam oyunu olsa da tam bir devam oyunu niteliğinde değil. Yani ilk oyunda olaylar yarım kalmış falan değil. Farklı karakterler, farklı hikaye ama aynı evren tadında. İkinci sebep ise bu oyunun 2020 yılında tamamen yenilenmiş olarak hemen her platforma çıkmış olması. Yani eski tarz grafikleri ile oynamak zorunda değilsiniz. Bir bonus sebep ise oyunun Ağustos ayı itibari ile Playstation Extra ve üstü üyeliklere sahip oyunculara bedava olması:) Yani tüm şartlar sizleri Trials of Mana’yı oynamaya itiyor:)
5-) Persona Serisi
Ve geldik listenin en çılgın ve müzikleri ile döktüren serisine:) Eminim Dragon Quest gibi Persona’nın da adını muhakkak duymuş, oynamışsınızdır. Aslında Persona serisi, Shin Megami Tensei oyunlarının dallarından birisi. Yani tam olarak adlandırmak gerekirse Shin Megami Tensei: Persona gibi. Persona dışında, Nocturne, Digital Devil Saga veya Devil Summoner gibi farklı J-RPG serileri de mevcut. Aslında hepsi bu listeye girmeye layık oyunlar fakat batıdaki popülaritesi bakımından Persona’yı listeye almak en doğru karar. Tüm bu serilerin ortak noktası ise sıra tabanlı olarak dövüştüğünüz canavarları. Yani canavarlardan birisi olan Jack Frost, Persona’da da var, Devil Summoner’de de :)
1996 yılında ilk olarak Playstation için çıkan seri, asıl patlamayı Playstation 2’de, Persona 3 ile gerçekleştirdi dersem yalan olmaz. Üçüncü Persona’nın çıkışından sonra da oyun sürekli yukarı doğru hareket eden bir ivme kazandı ve diğer Shin Megami Tensei oyunlarını da gölgede bırakarak en popüler J-RPG serilerinden birisi haline geldi. İlgi çeken hikayesi ve müthiş müziklerinin de elbette bunda etkisi var ama esas başarıyı batıya yapılan yerinde reklamlar getirdi diye düşünüyorum. Tabi bu getiriler sonucunda Persona serisi üçüncü oyundan itibaren animeye de uyarlanmış durumda.
Dediğim gibi Persona serisi de klasik sıra tabanlı dövüşlere sahip bir J-RPG serisi. Persona oyunlarındaki karakterler liseye giden öğrencilerdir ve kendilerinin de başlarına gelen gizemli bir takım olaylar zincirini araştırarak büyük oyunu bozmaya çalışırlar. Bu mücadelede de onlara Persona denilen alt benlikleri olan varlıklar eşlik eder. Lakin her Persona oyununun ana karakteri birden fazla Persona’ya sahiptir ve dolayısıyla ekibin lideridir:) Canavar öldürmeyip gizem peşine düşmediğimiz zamanlarda da okul ve arkadaşlık aktiviteleri gerçekleştiriyoruz. Persona serisinin öne çıkmasına neden olan bu sistem sayesinde ders çalışıyor, kulüp aktiviteleri gerçekleştiriyor ve arkadaşlarla buluşup takılıyoruz. Amaç sosyal puanlar kazanıp hem kendi karakterimizi güçlendirmek hem de yan karakterlerle bağları güçlendirip daha kaslı hale gelmek.
Mutlaka oynanması gereken;
Persona serisinden bir oyunu bile hiç oynamamak gibi enteresan bir hata yaptıysanız size ilk olarak beşinci oyun olan Persona 5’i oynamanızı öneririm. 90 saate kadar varan oynanış süresi ve dolu dolu içeriği ile zaten serinin şu an göz bebeği durumunda. Bu arada, yan oyunlardan hiç bahsetmedim. Her serinin olduğu gibi Persona’nın da zilyon tane yan mahsülü bulunmakta. Kimisi aynı hikayeyi genişletirken, kimisi farklı bir bakış açısı sunmakta. Hatta ritim oyunları bile bulunmakta. Tüm bunlara bulaşmadan önce gidin bir Persona 5’i oynayın ve sonrasında diğerlerine göz atarsınız:)
6-) Shadow Hearts Serisi
Belki de listenin en bilinmeyenlerinden birisi var sırada. Aslında Playstation 2 için geliştirilen bir üçleme olsa da, 1999 yılında çıkan Koudelka sayesinde Shadow Hearts meydana gelmiştir. Her ne kadar o yıllarda Japonya’da büyük başarı elde etmesine karşın Koudelka batı dünyasında karışık yorumlar almıştır. Nitekim Shadow Hearts üçlemesi de geçer notlar alsa da, asla göz önünde bulunmamış ve sıkı J-RPG hayranları dışında adı dahi duyulmamıştır. Eh, artık devir değişti. J-RPG oynayanların sayısı da kat be kat arttı. Yahu Yakuza serisinin bilinmediği dönemleri bilirim ben! Ama bakın şimdi, Playstation bile bir sürü Yakuza oyununu üyelerine bedava verdi ve herkes mutlu! Dolayısıyla Shadow Hearts’ın da artık gün yüzüne çıkma vakti gelmiştir.
lıştığımız tarzdaki J-RPG’lerden daha karanlık bir havaya sahip olan Shadow Hearts’te (gerçi üçüncü oyun daha çok Final Fantasy’ye benziyordu) düşman karakterler H.P. Lovecraft eserlerinden fırlamış gibiydi. Ayrıca doğrudan olmasa da yaşamış kişilikleri oyunda barındırmaktaydı. Bakınız Anastasia Romanov:) Karanlık temasına bir de harikulade müzikleri eklenince ortaya gerçekten tadına doyulmaz bir seri çıkıvermişti. Yine standart J-RPG’lerden farklı olarak “Judgement” sistemini dövüşlerde kullanmak bir hayli eğlenceliydi. Kısaca anlatmam gerekirse bu sistem, diyelim ki bir saldırı yaptınız. Ekranda bir çember beliriyor farklı renklerde. Çark gibi düşünün. Saldırınızın etkisi bu çarkta seçeceğiniz renge göre değişmekteydi. Çok dar kırmızı daha fazla güç, geniş yeşil daha az güç gibi. Ayrıca bazı saldırıların etkili olması için de doğru rengi seçmeniz gerekmekteydi. Anlayacağınız Shadow Hearts, sıradan bir J-RPG’den çok daha öteydi.
Mutlaka Oynanması Gereken;
Bu seri için mutlaka şundan başlayın demem zor çünkü hikayeleri birbirinden bağımsız olsa da, kronolojik olarak ilerlemekte. İlla birisini seçmem gerekirse de tercihim ikinci oyun olan Shadow Hearts: Covenant’tan yana olur. Alternatif Sovyetler, karanlık atmosfer, sürükleyici hikaye… Ne ararsanız var. Yahu kötü adamı Rasputin olan bir oyun iyi olmaz mı? :) Dediğim gibi Shadow Hearts, bu listenin en az bilinen serisi ve eminim birçoğunuz ilk defa duydunuz. Hatta Kingdom Hearts olmasın diyenleriniz bile olmuştur. Playstation 2 döneminin gizli cevherlerinden olan bu seri için henüz bir Remaster/Remake çalışması yok. Bu seriyi son olarak 2005 yılında gördük. Fakat umut tamamen kaybolmamış değil çünkü 2022’nin Mart oyunda oyunun isim hakları yenilendi. Kim bilir, belki yakında bir uyarlama, daha da iyisi yepyeni bir oyun görebiliriz!
7-) Star Ocean Serisi
Şimdi, Shadow Hearts için listenin en bilinmeyeni demiştim. Star Ocean içinse sanırım en garibi, ya da en tutarsızı dersem yanılmış olmam. Şu ana kadar hiçbir Star Ocean oyununun büyük bir gürültüyle çıktığını hatırlamıyorum. Oyun kendi kendine çıkar, ya beğenilir, ya beğenilmez. Sonuç ne olursa olsun, bir müddet sonra bir başka Star Ocean oyunu daha çıkar. Kendin pişir kendin ye misali:) Yeri gelir Playstation için çıkar, yer gelir Xbox’a da lütfeder veya bir baktınız iOS ve Android için çıkmış. Tutarsız değil de ne yani? :) 1996 yılında çıkan ilk oyun, daha sonra First Departure olarak 2008 yılında PS Portable için piyasaya sürülmüştü. Daha sonra 2019 yılında aynı oyun First Departure R adını alarak Playstation 4 ve Switch için yeniden uyarlandı. Ekim 2022’de de yepisyeni oyunları The Divine Force hayranları ile buluşacak. Peki, bu seri bu kadar tutarsız ise neden bu listede? Yani daha iyi bir J-RPG alternatifi yok muydu? Muhakkak vardır fakat hepimizin burada dikkate alması gereken bir şey var: İstikrar. Tamam, Intergrity and Faithlessness’in ortalama 58 puanı var ama onu saymazsak diğer yapımlar 75-85 arası bir ortalamaya sahip.
Peki, ne anlatıyor bizlere Star Ocean? Adından az buçuk anlaşılacağı üzere bilimkurgu tarzında bir serüven sunmakta bize. Uzay yolculukları, dünya dışı tehditler vs. derken akıp gidiyor. Tıpkı Mana serisi gibi Star Ocean da gerçek zamanlı dövüşlere sahip bir J-RPG oyunu. Benim oynadığım yapımlardan da diyebileceğim kadarı ile gayet başarılılar.
Mutlaka Oynanması Gereken;
Aslında mutlaka oynanması gereken diye The Second Story/Second Evolution yapımını seçecektim. Hatta serinin en sevilen karakteri Claude C. Kenny bile bu yapımda. Ama ben tercihimi Till the End of Time’dan yana kullanacağım. 2004 yılında Playstation 2 için geliştirilen bu yapım, bayağı bir sürükleyici hikayeye sahip. Taa ki son bölüme gelene kadar. Oyunun son bölümü internette hala tartışma unsuru. Kimilerine göre ters köşe yapıyor, kimilerine göre duvara tosluyor fakat herkese göre hiç beklenmedik bir şey olmuş:) Buradan spoiler vermeyeceğim. Yani o kadar oynayıp nasıl böyle bir sona geldik diye şaşıp kalmanız için bile oynamanızı önerebilirim. Ekimde çıkacak olan yapımın da incelemesinde büyük ihtimalle yeniden karşılaşacağız ve o esnada oynayan olursa, sonunu tartışırız:)
8-) Suikoden Serisi
Off… Off.. Off! Diyerekten başlayacağım bir seri var şimdi sırada. İlk ikisi Playstation için, son üçü de Playstation 2 için çıkan serinin bu son üç oyununu peş peşe deliler gibi oynamıştım. Zilyon tane karakter, sürükleyici ve bol entrikalı hikayeler, ölebilen arkadaşlar, sıra tabanlı dövüşler ve stratejik savaşlar. Bu kadar her telden çalıp da başarılı olabilmek hüner ister ve o hünerin adı da Suikoden’dir.
Seride, dördüncü oyuna kadar altı ve dördüncü oyundan sonra 4 + 1 şeklinde toplam beş karakteri yönetebiliyoruz. Ayrıca her oyunda tam tamına 108 (The 108 Stars of Destiny) karakteri ekibimize katıp kontrol edebiliyoruz ve hepsinin de özellikleri ayrı. Tabi bu elemanların hepsi birer birey ve yaşanan mücadelede sorumlulukları ve istekleri var. Yani hadi Takeşi gel bizim ekibe beraber çarpışalım demekle olmuyor. Sen Takeşi’nin sırtını kaşırsan Takeşi de sizin sırtınızı kaşır :) Hiç unutmuyorum, sanırım beşinci oyundu 107 kişi toparlayabilmiştim de bir tane Ninja kılıklı elemanı bir türlü saflarıma katamamıştım. Neyse; seride genelde politik olayların ortasında kalmış bir kaçak prensi yahut ansızın dünyası tepetaklak olan bir askeri oynayabiliyoruz. Suikoden evreni, Çin krallıklarına benzer bir evrende geçmekte ve hepsi farklı zaman dilimlerinde olsa da aynı dünyayı paylaşmakta. Dediğim gibi yeri geldiğinde küçük ekibinizle düşmana dalıyor, yeri geldiğinde ya hak! Diyerekten ordunuzla stratejik hamleler yapıyorsunuz. Yani bu oyun hem J-RPG hem de Strateji!
Mutlaka Oynanması Gereken;
Aslında ilk iki oyun hariç son üçünü muhakkak oynamaz gerekir derim. Yanlış anlaşılmasın, ilk iki oyun tarz olarak bayağı bir eski ve günümüzde herkese hitap etmeyebilir. Dolayısıyla seçimimi nispeten daha iyi olan Playstation 2 dönemindeki bir oyundan yapacağım ve o da benim için Suikoden III olacak. Farklı ana karakterler, dönüm noktaları ve doyurucu senaryosu ile benim oynadığım ilk Suikoden olduğu için yeri de zaten ayrıdır. Dediğim gibi en büyük artısı kadro zenginliği ve sizleri 60 saatin üstünde oyalayarak nice krallıkların kurulmasını ve nicelerinin yıkılmasını gözler önüne serecek:)
9-) Tales Serisi
Geldik listenin en istikrarlısına:) Net söylüyorum; her Tales oyunu başarılıdır arkadaşlar. 1995 yılında çıkan Tales of Phantasia’dan tutun 2021 yapımı Tales of Arise’a kadar. Sistem ve mantık genelde aynıdır ama adamlar her oyunda ilgi çekici bir dünya yaratmayı başarıyor. Fantastik kurguyu bilimkurgu elementleri ile de harmanlamasını başarınca ortaya şeker tadında yapımlar çıkıveriyor. Benimse Tales serisi ile tanışma hikayem biraz daha farklı. Günün birinde Tales of Abyss adında bir anime ile karşılaştım (müzikler harika!!) Sonradan öğrendim ki Abyss, bir oyun serisinin halkasıymış:) Akabinde zaten hazine bulmuş gibi oldum. Gözüme kestirdiğim Tales oyununu oynayıverdim ve oynamaya da devam ediyorum.
Oyunların her biri farklı bir evrende geçmekte. Yani kronolojik bir sıra yahut aynı evren diye bir şey yok. Dediğim gibi adamlar çiçek gibi bir dünya oluşturmuş. Sadece oyun mekanikleri benzer, o kadar. Bu arada, Tales de sıra tabanlı olmaktan ziyade gerçek zamanlı ve şahsım olarak sıra tabanlı dövüşleri tercih etsem de Tales serisinin gerçek zamanlı dövüşlerine de bayılıyorum! Ayrıca anime tarzını oyuna en iyi adapte eden yapımlardan birisi olduğunu da belirtmek isterim. Gerek karakterleri, gerekse atmosferi ile hepsinden 24 bölümlük bir seri olur ki birkaç tane Tales animesine denk gelmeniz zaten mümkün:)
Mutlaka Oynanması Gereken;
Yine en zor tercihlerden birisi var karşımızda. İşin aslı üç oyun arasında kaldım. Bunlardan birisi Tales of Abyss, birisi Tales of Berseria ve son olarak Tales of Arise. Tam dört dakika gibi uzun bir düşünme faslının ardından kararımı Tales of Arise’dan yana kullanmak oldu. Peki, neden? Seriye giriş yapmak için en idealinin o olduğunu düşünüyorum, ondan. Birincisi yeni nesil konsollara da çıkış gerçekleştirmiş durumda ve grafiksel olarak (J-RPG kategorisinde elbette) harika. Kırk saatlik oyun süresi tatminkar, yeni başlayan arkadaşların da kolay adapte olabileceği bir dövüş sistemi – zorluğu var ve en önemlisi, hikayesi şahane. Zaten incelemesine de 90 gibi güzel bir puan vermiştim. Karakterleri de sempatik, buram buram anime kokuyor. Daha ne olsun ama? :)
10-) The Legend of Heroes Serisi
Ve geldi sıra mekanın yıldızına, serinin assolistine ve bu listenin ilham kaynağına. Aslında son sırada olması da tamamen tesadüf. Yani gördüğünüz üzere alfabetik gittik:) İlk olarak aklımızda The Legend of Heroes üzerine bir yazı yazmak vardı fakat sonra bunu genel bir J-RPG yazısı şeklinde değiştirmeye karar verdik. Kim bilir, belki gelecek dönemlerde detaylı bir dosya konusu ile yeniden karşınıza çıkarım:)
1989 yılında başlayan bu seri, günümüze kadar hala devam etmekte ve kendi içinde de üçe ayrılmış durumda. İlk iki oyunu kapsayan Dragon Slayer evreni, bir sonraki üç oyunun oluşturduğu Gagharv evreni ve en önemlisi, gençliğimi verdim Trails evreni:) Trails in the Sky ile en son Kuro no Kiseki oyunu dahil hepsi bu evrene ait. Yani aynı dünya, yeri geldiğinde karşımıza çıkan aynı karakterler ama farklı hikayeler ve bu farklı hikayelerin birleştiği ortak İlluminati benzeri düşman…
Aslında bu seri için; daha doğrusu Trails evreni, için yazabileceğim o kadar çok şey var ki… En kalp kıranını bir örnek olarak vereyim. Müthiş hikayenin başlangıcı Trails in the Sky, Japonya’da 2004 yılında çıktı. Peki, bizler ne zaman oynayabildik dersiniz? 2014 yılında… Yani tam on sene sonra. Tamam, Playstation Portable için 2011 yılında çıktı batı için ama sonuçta dünya geneli çıkışını 2014 yılında gerçekleştirdi. Keza ikinci oyun da öyle. Japonya çıkış tarihi 2006, batı çıkış tarihi 2015:( Sebebi içinse oyundaki yoğun diyaloglar gösterilmekte. Kabul ediyorum, oyunda bir hayli fazla diyalog var ama on sene? Çok uzun çooook!
Dediğim gibi Trails evreni ile harika bir dünya ve hikayeler yaratılmış. Trails in the Sky ile yaratılan bu dünyanın Liberl krallığında oynuyorken, Cold Steel ile Erebonia İmparatorluğu’ndayız. Yahut Kuro no Kiseki Calvard Cumhuriyeti’nde geçmekte. Yine bir parantez açayım; Kuro no Kiseki 2021 yılında çıkışını gerçekleştirdi ama batı dünyası için henüz bir çıkış tarihi bile yok!! Neyse; sinirlenmek yok, devam edelim. Bahsi geçen her serinin ayrı ana karakterleri ve ana bir hikayesi bulunmakta ama arka planda da bir hayli derin olaylar dönmekte. Bu derin olaylar da tüm serilerin ortak hikayesini bir araya getirmekte. Her seride farklı ana karakterlere sahibiz ama diğer serilerde de pekala karşımıza çıkabiliyorlar. Misal Trails in the Sky serisinin ana karakteri Estelle Bright, Cold Steel serisinin ilerleyen oyunlarında yan karakter olarak gözükebiliyor. Tarz olarak da tam bir sıra tabanlı J-RPG oyunu. Ekibiniz genelde altı – yedi kişiden oluşuyor ve dört tanesini aktif olarak dövüşlerde kullanabiliyorsunuz.
Mutlaka oynanması gereken;
The Legend of Heroes serisinin Trails evrenine adım atma cesareti göstereceksiniz elbette Trails in the Sky üçlemesi ile başlamanız gerekir. Serinin görüntüsü ve “chibi” (minik anime karakterleri) size ilk bakışta tuhaf görünebilir fakat sakın tereddüt etmeyin. O kadar başarılı bir hikaye, şahane karakterler yaratılmış ve başarılı bir atmosfer oluşturulmuş ki, başka türlüsünü hayal edemiyorsunuz. Açıkçası Cold Steel’in daha geleneksel grafiklerini gördüğümde biraz afallamış ve Trails in the Sky görsellerini arar olmuştum. Neyse ki çabuk adapte oluyorum. Bu arada, sizler şanslısınız, Trails serisinin birçok oyunu batıya uyarlanmış durumda ve başlamak isterseniz benim gibi beklemek zorunda da kalmayacaksınız:)
Bu yazı ilk olarak Level Dergisi'nde yayınlanmıştır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 comments