• Nisan 26, 2016

    Yönetmen: Koichi Mashimo
    Stüdyo: Tatsunoko Production
    Tür: Macera, Fantastik
    Yapım Yılı: 1990
    Bölüm Sayısı: 52
    Anime Puanı: 10/7.5

    Robin Hood ismini elbette duymuşsunuzdur. Zenginden alıp fakire dağıtan Robin’in bu sefer animesi var karşımızda. Robin Hood no Daibouken adlı animede hikâyelerdeki gibi karakterler birer yetişkin değil, on ile yirmi yaş arasındalar. Her şey açgözlü ve acımasız Baron Alwine’in Huntington Kalesi’nin ateşe verilmesi emri ile başlar. Alevlerden sadece Robin ve kuzenleri Will, Winifred ve Barbara mucizevî bir şekilde kurtulur. Zulümden kaçan çocuklar bir keşiş olan Keşiş Tuck’un tavsiyeleri ve öğretileri sayesinde Sherwood Ormanı’na sığınırlar ve buvahşi ormanda ellerinden geldiğince hayatta kalmaya çalışırlar. Bu ormanda aynı zamanda Küçük John’un önderliğinde genç haydutlardan oluşan bir çete ile karşılaşırlar. Robin ve kuzenleri ile Küçük John’un ilk karşılaşması şiddetli geçer çünkü asil bir kız olan Marian Lancaster çetenin elindedir. Lakin çok geçmeden Robin ve John birçok ortak noktaları olduğunu keşfeder. İkisi de evlerinden olmuşlardır ve Baron Alwine sadece Huntington ailesinin düşmanı değildir. Ve Baronun bir nevi suç ortağı olan Piskopos Herfort da zorla Marian’ı evlat edinerek zenginliğine konmak istemektedir. Durumun farkına varan Robin, John’un çetesinin yardımı ile hem Baron’a hem de Piskopos’a karşı gelmeye çalışır. 


    Robin Hood’un animesini yine beş – altı yaşlarındayken çizgi film sanarak izlemiştim. Geçtiğimiz günlerde tesadüfen Robin Hood resmi görünce “acaba anime olabilir miydi” dedim ve gerçekten izlediğim serinin bir anime olduğunu keşfettim. Ben de kısacık olsa da en azından anmak namına bir iki satır yazmak istedim. Anime hakkında hatırladıklarım çok az ve bölük pörçük. Yukarıda yazdığım konusunu elbette vikipedi ve Anidb sayfasından çevirdim çünkü konuyu geçtim isimleri bile hatırlamıyorum. Robin Hood aklımda tek kalanlar altta paylaştığım almanca açılış parçası (Almanya’da izlemiştim seriyi), doğal olarak Robin, şişman çocuk (adı John’muş) ve elbette sarı saçlı masum, adının şimdi Marian olduğunu hatırladığım (veya öğrendiğim) kız. Marian seride ilk boy gösterdiğinde hatırlıyorum narin ve sürekli korunmak isteyen bir yapıya sahipti. Fakat daha sonraları saçlarını kesiyordu, kısa saçlı oluyordu ve bıçak kullanmayı falan öğreniyordu. Ve galiba bu kıza o zamanlar abayı yakmıştım. Herhalde bu yüzden en çok onu hatırlıyorum. Marian dışında da Gilbert diye bir eleman vardı ve karizmatik birisiydi. Gilbert uzun saçlı bir şövalyeydi ve Marian’ın peşindeydi ki bu yüzden yeteneklerine saygı duysam da kendisini pek sevmezdim. Yanlış hatırlamıyorsam birebirde Robin’i sürekli alt ediyordu. Tabi bir de piskopos vardı. Almancada ona “Herzog Herford” diyorlardı ve nedense bu ismi hiç unutmadım. Demek ki piskopos efendi hakikatten kötü birisiydi ki şimdi bile Robin’den sonra ismini hatırladığım tek kişi. 

    İçerik olarak animede genel olarak ciddi bir hava hakimdi. Arada elbette espriler falan oluyordu, özellikle çete içinde bir şeyler anımsıyorum ama komedi türüne yetecek kadar değillerdi. Animenin çizimleri doğal olarak eski ve gözümde canlandığında karakterlerin sevimli olduğunu görüyorum. Robin olsun, Marian olsun sevimli bir çizim şekline sahiplerdi. Yuvarlak bir surat, yuvarlak gözler gibi. Müzik veya ses namına ise pek bir şeyden bahsedemeyeceğim çünkü dediğim gibi almanca açılışı dışında (açılış parçası hakikatten çok güzelmiş, yıllar sonra dinleyince gene fark ettim) aklıma gelen bir şey yok.

    Robin Hood no Daibouken hakkında yazdıklarımın doğru dürüst bir inceleme sayılmayacağının farkındayım. Zaten amacım bahsettiğim gibi nostaljik bir tat yakalamak ve böyle bir animenin varlığından bu yazıyı okuyanları haberdar etmekti. Tek söyleyebileceğim severek izliyordum. Belki konusu sürükleyiciydi, belki Marian için izliyordum ama sonuç olarak animenin kendisini izlettiren bir tarafı bulunuyordu.

    0 comments

  • Copyright © 2013 - Nisekoi - All Right Reserved

    ANİME İNCELEMELERİ SAYFASI Powered by Blogger - Designed by Johanes Djogan