• Temmuz 18, 2016

    Yönetmen: Rintaro
    Stüdyo: Madhouse
    Tür: Bilimkurgu, Macera
    Yıl: 2001
    Bölüm Sayısı: Film
    Anime Puanı: 10/8


    Sadece tüm zamanların en iyi sessiz filmlerinden biri olmakla kalmayıp, aynı zamanda en iyi bilim kurgu filmleri listesine de adını yazdıran 1927 tarihli Metropolis filmini duymuş muydunuz? Film aynı zamanda son derece başarılı bir siyasi anlatıma da sahiptir. Lakin ben Metropolis 1927 yapımı filmden değil 2001 yapımı Metoroporisu ( Metropolis) animesinden bahsedeceğim. Anime, Osamu Tezuka’nın 1946 yılında yayınlanan aynı isimli mangasından uyarlanmıştır. Manga, 1927 yapımı klasik film ile paralellikler gösterse de Tezuka yaptığı bir açıklamada, bir dergide filmin resmini gördüğünü, filmi izlemediğini ve sadece resimden etkilenerek manganın öyküsünü kaleme aldığını söyler.160 sayfalık hikaye için Tezuka'ya sadece yarım senelik bir süre verilir. Tezuka da bitmemiş işlerinden temel konu başlıklarını bir araya getirir. Filmin ana karakteri olan dişi robotu ise gördüğü Metropolis filmi görselinden ilham alarak (dediğimiz gibi filmi hiç görmemesine ve içeriğini bilmemesine rağmen) oluşturur. Manga okuyucu tarafından o kadar çok sevilir ki birçok kişinin manga sanatçısı olmasına sebep olur.

    Animeye dönecek olursak, mangadan gelmesine rağmen mangaya fazlaca dayandığını söyleyemeyiz. Senaryo birçok kilit noktayı 1927 yapımı filmden almıştır. Tima karakterinin mangadaki ismi Michi’dir. Anime filminde Tima'yi yapan robot Laughton iken mangadaki Tima’yı yani mangadaki ismi ile Michi’yi yapan kişi Lawton isimli bir bilim adamıdır. Ayrıca mangada Mickey Mouse’a benzer dev fareler varken animede bu fareler hiç görünmezler. Manganın sonunda Kenichi, Metropolis'e ulaşamaz ve Michi’yi tamir edemez. Oysa animede Kenichi’nin, Tima’nın parçalarını topladığı ve onu tekrar bir araya getirmek üzere çalışmalara başladığını görürüz. 


    Anime ve manga arasındaki en büyük farkta manga ise Michi’nin cinsiyetini değiştirebiliyor oluşudur. Hatta suyun altında nefes alabilmek gibi bazı sıra dışı yetenekleri de vardır. Lakin karakter animede tamamen dişi olarak resmedilmiş ve Michi tarafı kullanılmamıştır.

    Biraz konusundan bahsedelim: Film, muhteşem Metropolis şehrinin, inanılmaz görüntüleri ile başlar. Lang’ın filminde gördüğümüz Metropolis gibi bu şehirde de kat kat yapılar vardır. Dedektif Shunsuke Ban ve yeğeni Kenichi kayıp bir suçlu olan Dr.Laughton’u aramak için Japonya’dan süper mega şehir Metropolis’e gelirler. O sırada şehirde Ziggurat adı verilen bir gökdelenin açılış kutlamaları vardır. Burası aynı zamanda bir araştırma merkezidir ve trilyoner Duke Red tarafında yaptırılmıştır. Ziggurat köprülerle birbirine bağlanmış, kulelerden oluşan karışık bir yapıdır. Yapı, bu gelişmiş çağın ve şehrin bir sembolü gibi görünse de gerçekler bambaşkadır. Burası, kötü Duke Red’in şehrin yönetimini ele geçirmek için kurduğu planları maskelemek üzere yaptırdığı bir yerdir. Ziggurat’ın içinde bulunan tahtın yarısı dev bilgisayar çipleri ile doludur. 


    Duke Red aynı zamanda Marduk Partisi için kaynak sağlayan biridir. Bu organizasyon Metropolis’teki robot karşıtlarını susturmaya yöneliktir. Duke Red ve evlat edinip yetiştirdiği Rock, bu grubun başındadırlar. Duke Red, Ziggurat ile dünyayı yönetmeyi amaçlar. Bu bina sayesinde bir şekilde tüm insan ve robotlara hükmedebilecektir. Bunun için bilim adamı Dr. Laughton’tan yardım alır ve ona ölmüş kızı Tima’nın robotunu yaptırır. Tima diğer robotlardan farklıdır. Dış görünüşü bir insana benzemektedir. Üstelik Tima’nın insanı duyguları vardır; aşk ve sevgi gibi… Tima, Ziggurat’in tahtına oturacak ve Duke Red onun sayesinde dünyada hâkimiyet kuracaktır. Lakin hiç hesaba katmadığı şeyler vardır: Shunsuke ve Kenichi, Duke Red’in ya da partiden birinin, peşinde oldukları hain bilim adamı ile bir anlaşma yaptıklarına dair kanıtlara ulaşmışlardır.

    Duke Red’in, Rock isimli bir evlatlığı vardır. Rock, Duke'a baba diye hitap etmektedir. Ama Duke bundan memnun olmaz. Onu azarlar ve babası olmadığını, sadece ona sahip çıktığını aşağılar bir tavırla anlatır. Duke’un bir takım gizli işler çevirdiğini anlayan Rock, bir gün onun peşine takılır ve bir laboratuvarda Tima’yı icat ettiklerini öğrenir. Tima’yı görünce babası Duke’u ondan çok kıskanır ve ortalığı yakıp yıkar. Harabeler arasında Kenichi ve Tima karşılaşırlar. Tima’yı gerçek bir insan zanneden Kenichi, ona yardım eder ve yıkıntıların arasından çıkarır. Lakin Rock kafasına koymuştur: Babasını kimse ile paylaşmayacak ve Tima’yı yok edecektir. Kendilerini beklenmedik bir macera içinde bulan Kenichi ve Tima ise kısa sürede birbirlerine bağlanacak ve büyük bir aşka adım atacaklardır. 


    Metropolis yüksek kalitedeki bilgisayar efektleri ile inanılmaz bir dünyayı keşfetmemize ve adeta nefesimizin kesilmesine neden oluyor. Karakter tasarımları Tenten adlı çizgi romandaki tipleri andırıyor. Klasik anime şeklinde çizilen tek karakter ise Tima. Animelerde rastladığımız karakteristik vücut özelliklerini Tima dışındaki karakterlerde göremediğimizi belirtelim. Diğer karakterler daha gerçekçi yüz ve vücut hatlarına sahip. Pek çok tip karikatürize edilmiş. Anime, arka planlar ve aksiyon sahneleri ile büyük bütçeli ve bol efektli Hollywood gerilim filmlerini andırıyor. Film, pek çok animeye nazaran uluslararası kültürel etkileşimleri ile Japonya dışındaki seyirciye daha yakın duruyor. Ziggurat adlı gökdelenin Tevrat'ta, Kur'an'da ve dünyanın birçok bölgesinde yerel efsanelerde bahsi geçen, Tanrı'ya ulaşmak için inşa edilen kule olan Babil Kulesine bir gönderme olduğu çok açık. Ancak film sadece göndermelerden ibaret değil. İyi geliştirilmiş karakterler, özellikle de gizemli Tima karakteri ile dikkat çekiyor. Filmde insanların ve neredeyse insan olan robotlar arasındaki çetrefilli ilişkiyi görüyoruz. Film pek çok diğer yapım ve hatta romana göre derin bir anlatımı var.

    İnsanoğlunun varolduğu günden beri sorduğu “ben kimim?” sorusuna robotlar üzerinden yanıt aranıyor. “Ben kimim”, “ruh nedir”, “robotlarında ruhu var mıdır?” gibi sorular pek çok animede gördüğümüz konular. Bunun yanında animede sağlam bir “ırkçılık” eleştirisinin yer aldığını da ifade edelim. Animede robotlara insanı özellik vermenin yasak olduğunu görüyoruz. Mesela robotların insanlar gibi ismi olmaz. Buna rağmen dedektif ve Kenichi robota Rero ismini verir. Rero, Kenichi’in amcası yaşlı dedektifin eski köpeğinin adıdır. İnsanlar robotların duygularının olmadığını sıkça dile getirirler. Bu da robotların sadakat duyguları ve kendi istekleri arasında bir çelişkiye düşmelerine neden olmaktadır. Animedeki bu durum, insanlık tarihinde görülen ırkçılık karşıtı devrimi hatırlatıyor. Hatta duyguları olmayan(!) makineler, aynı çocuklar gibi yaratıcıları hakkında sorular soruyorlar. Filmin sağlam bir anlatım tarzı var. Çoğunlukla olayları masum ve ağırbaşlı Kenichi’nin bakış açısı ile görüyoruz. Kenichi’nin de kendi soruları vardır. İnsanları anlayamamaktadır ve robotlarla diğer insanlara göre daha çok ilgilenmektedir. 


    Önemli bir nokta da filmin “Osamu Tezuka’nın Metropolis’i" olarak duyurulmuş olması. Tezuka’nın sanat tarzını, 1989 yılında aramızdan ayrılmasından beri modern filmlerde çok nadiren hissedebiliyoruz. Bunun tek istisnası Black Jack OAV serisi. Bu seri Tezuka’nın görsel yapısına çok yakındı. Metropolis’de sırf izleyenleri etkilemek için üretilmiş cinsel çekicilik yönü ağır basan kızlar bulunmuyor. Karakter tasarımları Tezuka’nın 1930 ve 1940'larda ilham aldığı Walt Disney ve Max Fleischer filmlerine uzanıyor. Dekor, 1920'lerden sonra özellikle mimaride görülen Fransa kaynaklı bir sanat akımı olan Art Deco tarzında, görkemli ve düzgün binalarda etkisini gösteriyor. Hatta Metropolis’in varoşlarında bile bu düzeni görebiliyoruz. Teknoloji, yüzeysel olarak 1930'lara benzerken modern esinlenmenin ipuçlarını veriyor. Özellikle bilgisayar sistemlerinde, robotların ve Ziggurat’ın devrelerinde.

    Müzikler son derece batı tarzı. Caz temelli ve fazlasıyla Art Deco çağını hatırlatıyor. Hikayenin anahtar noktalarında peppy-jazz kullanılmış. Bazı şarkıları Ray Charles ve Cab Calloway seçkilerinden hatırlayabilirsiniz. Şehre giriş Dixieland müziği tarzında. Joe Primrose bir noktada "St. James Infirmary"’i söylüyor. Heyecanın doruğa ulaştığı sahnede Ray Charles’ın "I Can't Stop Loving You" şarksı çalıyor. (Etkisi Dr. Strangelove’ın We’ll Meet Again'i andırıyor) Özellikle Ziggurat’ın çöküş sahnesinde blues müziği ile mahşer görüntülerinin birleştirilmesi ile yaratılan tezat anlatım animeye oldukça etkileyici bir hava katmış. Anime “Makine sevebilir mi?” sorusunu da soruyor. Bu sorular başka iki filmde daha gördüklerimizin bir diğer çeşidi: “A.I. Artificial Intelligence" ve "Blade Runner". Sorular bu kez Tina’nın insani ve robot tarafı arasında bir çekişmeye neden oluyor. Tima hikayenin temel kişisi (Film afişinden de anlaşılıyor). Filmin yaratıcıları birbirinden değerli. (Otomo Katsuhiro senaryoyu yazmış, Kawajiri Yoshiaki de animasyon yönetmenlerinden biri) GoNagai gibi önemli figürlerin filmde gözükmeleri ile Metropolis gerçekten ilginç bir yapım olmuş.

    Metropolist sıradan bir izle geç animesi değil. Şaşırtıcı ölçüde derinliği olan hayatın ve aşkın doğasını, işçilerin rolünü, makinelerin haklarını (eğer varsa tabi), bir babanın evladını inkâr etmesini ve Ziggurat‘in içinde yatan faşist çabaları sorgulayan bir yapım. Metropolis, 1927 yapımı filmin yeniden çevrimi olmamakla beraber, işlenen ve verilmek istenen mesajla filme çok uzak da bir noktada kalmıyor.

    Yazı, ilk olarak Japon Sineması adlı sitede yayınlanmıştır.



    0 comments

  • Copyright © 2013 - Nisekoi - All Right Reserved

    ANİME İNCELEMELERİ SAYFASI Powered by Blogger - Designed by Johanes Djogan