• Temmuz 19, 2016

    Yönetmen: Satoshi Kon
    Stüdyo: Madhouse
    Tür: Komedi, Dram, Macera, Romantik
    Yıl:2001
    Bölüm Sayısı: Film
    Anime Puanı: 10/8.5


    Sanırım Hayao Miyazaki'nin 2001 yılında çıkan Ruhların Kaçışı adlı anime filmini izlemeyen kimse kalmamıştır. Studio Ghibli'nin bu eseri kadar meşhur olmasa da 2001 yılında bir film daha çıktı karşımıza ve oldukça da ses getirdi. Perfect Blue'dan sonra ikinci yönetmenlik deneyimi ile mükemmel bir kurgu sunan Satoshi Kon’in Millennium Actress adlı yapımı, bir aktristin çocukluktan yetişkinliğe kadar yaşamını gözler önüne seriyor. Capcanlı animasyonları, flashbackler kullanarak kurgu ile hikâye arasındaki ince çizgiyi yok edişi ve en önemlisi şahane öyküsü ile kült olmuş bir anime filmi.

    Günümüzde bile ne yazık ki birçok insan hala tüm animasyon filmlerin komik ve sadece çocuklara hitap ettiğini düşünmekte. Dahası, "anime" kelimesini kullandığınızda yüzünüze anlamsız bir şekilde bakabiliyorlar veya sizin sadece "Pokemon"dan bahsettiğinizi düşünebiliyorlar. Dolayısıyla sözünü ettiğim birçok insan aslında neleri kaçırdığının farkında bile değil. Tamamen yetişkinlere hitap eden, içinde şiddet ve cinsellik gibi unsurların bulunduğu, onların deyimi ile "çizgi filmler" akıllarına gelmiyor bile. Durum böyle olunca insanlar Milennium Actress gibi bir mücevheri çok kolay es geçebiliyorlar. Yirminci yüzyıl Japon sinemasını temel alması; komedi, dram ve romantizmi harmanlaması ile Milennium Actress çocuk filmi olmaktan çok ama çok uzak. Tam tersine bu film; çeşitli deneyimler kazanmış, başarılar elde etmiş veya hayal kırıklıkları geçirecek kadar çok yaşayabilmiş insanlar için.


    İlk izlenimler bazen filmler için her şey demektir. İzlediğiniz küçük bir fragman, gördüğünüz bir resim ön yargılar oluşturmanıza neden olabilir veya filmi daha da merak ederek beklemenize sebebiyet verebilir. Milennium Actress, sürpriz bir şekilde “bilimkurgu filminden çıkmış” bir sahne ile başlıyor. Ekranda bir kadın vardır ve bir adamın ettiği tüm itirazlara rağmen uzaya çıkmaya kararlıdır. Kadının inatçılığı ise bir başka adama verdiği sözden ileri gelmektedir. Acaba bir yanlışlık mı var? Bu başka bir film mi derken sahne aniden donar ve anlarız ki izlediğimiz aslında orta yaşlı bir adamın seyrettiği bir filmdir. Orta yaşlı adamın adı Genya Tachibana’dır ve kendisi de izlediği filmdeki aktristinin büyük bir hayranıdır. Tachibana'nın film keyfi ansızın meydana gelen bir deprem ile bozulur. İşte bu anlattığım Milennium Actress'in sadece birkaç dakikası. Hani dedim ya bir filmin ilk sahnesi önemlidir; filmin geri kalanının kaderini belirleyebilir diye. Aslında bu kural Milennium Actress için geçerli değil çünkü filmde flashbackler vasıtasıyla bir ileri bir geri gidiyoruz. Bir bakmışsınız günümüzdeyken bir bakmışsınız geçmişe gitmişiz. Peki hangisi gerçek, hangisi hikaye?

    Bir kadının hayatından kesitler ekranda gelip gitmektedir. Öncesi siyah beyaz, sonrası renkli... Bir video kasetin ileri ve geri sarılması gibi, Chiyoko Fujiawara'nın hayatına konuk oluyoruz. Tachibana, yetmişinci yıl dönümünde Ginei Studios üzerine bir belgesel hazırlamaktadır ve Fujiwara da onlarca yıl stüdyonun adeta kalbi olmuştur. Ginei Studios yıkıldıktan sonra Fujiwara da köşesine çekilmiş ve deyim yerindeyse zamanla yok olmuştur. Tachibana ise aktristin büyük hayranıdır ve Fujiwara'nın izini bulup onunla röportaj yapmak yardımcısının gözünde sıkıcı bir iş olsa da onun için altın kadar değerlidir. Bir zamanların aranan oyuncusu, dünyalar güzel Fujiwara, yıllar onu yıpratmış da olsa kanlı ve canlı olarak Tachibana'nın karşısındadır ve bu bile onun nefesini kesmeye yeterlidir. Tachibana nefes almayı hatırlayıp kendine geldiğinde karşısındakini şaşırtma sırası ondadır. Tachibana, yanında getirdiği eski bir anahtarı Fujiwara'ya hediye eder. Anahtarı gören Fujiwara'nın ise gözleri büyür ve derinden etkilenir. Fujiwara, Tachibana'ya uzun yıllar önce kaybolan bu anahtarı nereden bulduğunu sorar ama Tachibana cevap vermekten kaçınır. Akabinde gizemli anahtarın macerası başlar ve Fujiwara'nın hayat hikayesi gözler önüne serilir.


    Chiyoko Fujiwara'nın hayatının farklı dönemlerine girdiğimiz için bir karakteri üç farklı seyyu (seslendirmeci) seslendirmekte. Siyah - beyaz ve soluk kırmızı renklendirmeyle evden kaçmış genç Fujiwara'nın hikayesi 1930'lu yıllarda faşist bir Japonya'da başlıyor. Chiyoko Fujiwara, 1923 yılında Büyük Kanto Depremi sırasında doğmuştur ve babasını o depremde kaybetmiştir. Fujiwara oyuncu olmak istediği için annesi ile tartışmıştır. Fujiwara, annesine yapımcı stüdyo Ginei Studios'tan birisinin onu gözlemlediğini ve geleceğin yıldızı olabileceğini anlatmaya çalışır. Elbette bu kelimeleri duymak, Fujiwara'nın öyküsünün başlangıcını dinlemek, Tachibana için bir hazine değerindedir. Derken o da nesi? Tachibana ve asistanı da Fujiwara'yı keşfetmek için oradadır!

    Bir film karakterinin doğrudan seyirci ile konuşması veya göndermeler yapması anlamına gelen "Dördüncü duvarı yıkma" olayını az çok duymuşsunuzdur. Peki ya iki gazeteci hem gelecekte hem de geçmişte geziniyorsa? Üstelik ikisi de bunun farkında olup olaya şaşırıyorsa? Kısacası Tachibana ve yardımcısı sadece belgesel çekmek için Fujiwara'nın yanında değil, kafasının da içindedir. Bir ileri bir geri giderek çizgi roman gibi kokan hikayesi ile çok geçmeden izleyici de onlara katılır.

    Fujiwara'nın hayatına beklemediği anda gizemli bir adam giriş yapar. Bu adam istemeden de olsa Fujiwara'ya çarpınca adamın yaralı olduğunu anlarız. Bu kişi, aynı zamanda, hükümetin peşinde olduğu bir ressamdır. Fujiwara ressamı saklar ve yaralarını sarar. Bu arada genç yeniyetme Fujiwara, ressama aşık olmaya başlar. Ancak ne yazık ki ertesi gün ressam kaçmak zorundadır. Ondan geriye kalan şey sadece bir anahtardır. Evet, Fujiwara'nın kaybettiği anahtardır bu. Fujiwara da bir şeyden artık emindir: Ünlü bir oyuncu olacak ve ressamı bulacaktır.


    Tachibana ile Fujiwara'nın birbirleri ile etkileşimini izlemek kimi zaman eğlenceli olsa da genelde derin ve duygusal anlar yaşatıyor. Tachibana, Fujiwara hakkında her şeyi bildiğini düşünse de sonuçta bildiği tek şey yer aldığı filmleridir ve Fujiwara'nın kişiliği hakkında öğrendiği her yeni bilgi yeni bir hikâyeye sebebiyet verir. Hal böyle olunca Tachibana'nın Fujiwara'ya olan hayranlığı her dakika artar. Özellikle sıra ikinci dünya savaşı dönemine geldiğinde Fujiwara'nın kötüleşmesi ve Tachibana'nın kendi annesiymiş gibi ilgilenmeye çalışması görülmeye değer.

    Chiyoko Fujiwara büyüdükçe kullanılan animasyon teknikleri, renkler ve tonlamalar da değişiyor. Kullanılan her yeni teknik o dönemin Japonya'sını gözler önüne seriyor. Elbette, anime filminin teknikleri; anime içinde çekilen filmlerin teknikleri birleşince ortaya “cümbüş” diyebileceğimiz bir renk şenliği çıkıvermiş. Müziklerden sorumlu olan Susumu Hirasawa ise kendisini yeterince kanıtlamış bir isim. Müzisyen daha önce, Satoshi Kon'la beraber birçok projede beraber yer aldı. Yani aralarındaki uyumu tartışmaya bile gerek yok.

    Milennium Actress ilk bakışta kurgusu karışık bir anime filmiymiş gibi gelebilir. Zamanda bir ileri bir geri, bir kadının düşüncelerinde iki adamı ve diğer öğeleri takip etmesi zormuş gibi duruyor ama aslında hiç de öyle değil. Bunun sebebi de Satoshi Kon'un ustalığını ikinci yönetmenlik deneyiminde de sergilemiş olması. Kaos içinde bir düzen var diyebilirim ve her ne kadar karmaşa hakimmiş gibi gözükse de her şey sırayla. Yönetmen, duygularımızı hitap etmeyi çok iyi başarmış. Satohi Kon, hafızasını ve hayal gücünü bu filmde harmanlayarak şahane bir yapıt ortaya çıkarmış. Edo dönemine ve Mançukuo dahil Japon tarihine yapılan göndermeleri de es geçmemek lazım. Filmi izlerken kimi zaman eğlenirken kimi zaman göz yaşlarınızı zor tutacağınızdan emin olabilirsiniz. Bir anahtarla başlayan öykü, anahtarın açtığı şeyin ne olduğunu öğrenmemiz, onun içinde olan şeyin ortaya çıkması derken farklı bir hikaye doğuruyor ve filmler ile anlatılan hikaye iç içe girerek sımsıcak bir şölen havası yaratıyor. 2001 yılında yılın animesi dalında verilen en büyük ödülü Ruhların Kaçışı ile paylaşan Milennium Actress hem kurgusu hem de barındırdığı birden fazla çizim tekniği ve görsel oyunları ile duygularınıza hitap edecek bir anime. Zaten yönetmen koltuğundaki isim Satoshi Kon. Ayrıca belirtmek isterim ki 1997 yılında Perfect Blue animesinde Hitchcock tarzı ile karşımıza çıkan yönetmen Satoshi Kon, 2006 yılında Paprika animesi ile Davıd Lynch tarzını yakalamıştır. Daha fazla söze gerek var mıdır?

    Yazı, ilk olarak Japon Sineması adlı sitede yayınlanmıştır.


    0 comments

  • Copyright © 2013 - Nisekoi - All Right Reserved

    ANİME İNCELEMELERİ SAYFASI Powered by Blogger - Designed by Johanes Djogan