• Temmuz 18, 2016

    Yönetmen: Rintaro, Yoshiaki Kawajiri, Katsuhiro Otomo
    Stüdyo: Madhouse
    Tür: Macera, Fantastik, Bilimkurgu
    Yıl: 1987
    Bölüm Sayısı: Film
    Anime Puanı: 10/8.5


    Neo Tokyo, fantezi ile bilimkurgunun harmanlandığı ve üç aklı bir araya getiren üçleme bir film olarak karşımıza çıkıyor. Peki Neo Tokyo nedir? Neo Tokyo üç farklı ustayı alıp onlara iyi bir bütçe ve sınırsız hayal gücü verdiğinizde ortaya çıkacak olan şeydir. Filmde görev üstlenen yönetmenler Rintaro, Yoshiaki Kawajiri ve Katsuhiro Otomo'dur. Üç farklı hikayeyi bir bütün olarak izleyicisine sunan Neo Tokyo ilk olarak 1987 yılında Japonya'da ve 1989 yılında İngilizce dublajlı olarak birçok ülkede sevenleriyle buluştu. Giriş faslını fazla uzatmadan, bakalım üç güçlü yönetmen, üç hikayesi ile bizlere neler sunmuş.

    Gizemli bir ormanda bir mağaranın ağzına girerek başladığımız bu maceranın ilk ve en gerçeküstü hikayesini Rintaro'nun Labyrinth (Labirent) adlı hikayesi oluşturuyor. Ülkemizde bankaların ve sigorta şirketlerinin sıkça kullandığı Erik Satie’nin Gymnopedie No. 1 adlı piyano resitali eşliğinde başlayan Rintaro'nun hikayesi, hayal gücü bir hayli yüksek olan küçük Sachi'yi konu alıyor. Küçük Sachi ürkek kedisi Cicerone ile saklambaç oynarken tıpkı Alice Harikalar Diyarı'nda gibi kafasında yarattığı sirk tarzı dünyasında yolculuk ediyor. Ünlü illüstratör Gerald Scarfe'ın (Pink Floyd için yaptığı animasyonlar ve 1997 yapımı Disney'in Herkül animasyonu aklınıza gelebilir) çizim tekniğini anımsatan küçük Sachi'nin hayal gücünde neler yok ki? Doğaüstü varlıklar, kartondan insanlar, tasması olan görünmez bir köpek, garip bir sirk ve daha niceleri. Sahnenin ilk başı hariç diyalogun karşımıza çıkmadığı Labirent'te deyim yerindeyse sürekli bir curcuna söz konusu. Ayrıca az önce saydığım imgeler kimi zaman karanlık ve ürkütücü olarak karşımıza çıksa da küçük Sachi asla korkmuş veya ürkek bir kız olarak lanse edilmemiş. Tam tersine, meraklı ve gözlemci olarak gördüklerinin üzerine giden bir kız. Hatta ürkek olarak nitelendirdiğim kedisi Cicerone bile bir süre sonra Sachi'den aldığı enerji ile bu tuhaf yolculuğun tadını çıkarmaya başlıyor. İlk bakışta Rintaro'nun Labirent'i için açık konuşayım; konusuz, rastgele, kısacası ne olduğu belirsiz diyebilirsiniz ama bu sunumda sembolik olarak asıl ön planda olan hayal etmenin "gücü", bilinmezliğin yarattığı korku ve keşfetmenin verdiği hazdır.


    Üçlemenin ikinci hikayesi ise Yoshiaki Kawajiri'nin The Running Man (Koşan Adam) adlı hikayesi. Labirent'in karanlık ama coşkulu dünyasının aksine Koşan Adam, zalim ve korkutucu bir distopyaya götürüyor bizleri. Bu sefer odak noktamız şampiyon bir yarışçı olan Zack Hugh. Koşan Adam lakaplı Zack "Death Circus" yani Ölüm Sirki (evet, yine bir sirk çıkıyor karşımıza) adı verilen araba yarışlarının on yıldır yenilmez şampiyonudur. Lakin Zack bu şampiyonlukları sadece alın teriyle değil kendini parça parça, insanlığını feda ederek elde etmiştir. Karşılığında ise yarış arabası ile adeta bütünleşmiş hale gelmiştir. Koşan Adam'da ismi verilmeyen bir gazeteci Zack ile başarı öyküsü hakkında röportaj yapmak istemektedir çok geçmeden pist dışında Zack'ı görünce "büründüğü şeyi" ve telekinezi yetenekleri ile diğer yarışçıları nasıl etkilediğine şahitlik ederiz. Görsel olarak Koşan Adam, Labirent kadar orijinal değil. Koşan Adam'ın geçtiği karanlık evreni Blade Runner filmindeki evrene benzetebiliriz. Noir tarzı ile kir kaplı uzun binalar, neon ışıklandırmalar, ucuz ama kalitesiz ürünleri ile izlediyseniz aklınıza belki de ilk gelecek filmdir Blade Runner. Labirent bizlere nasıl hayal gücü ve fantastikliği sunuyorsa Koşan Adam da bilimkurgu ve teknolojiyi kullanarak insanoğlunun teknoloji ile nasıl sürekli takıntılı hale geldiğini ve tıpkı Zack Hugh gibi nasıl insanlıktan çıkmaya başladığını aslında bizlere aktarıyor. Yine teknoloji ile beraber hayatımızda artan şiddet de Zack Hugh'un korkunç ölümüyle olabilecek en güze şekilde resmedilmiş.


    Son hikayemizin adı Construction Cancellation Order (İnşaat İptali Emri) ve yönetmen koltuğundaki isim Katsuhiro Otomo. Şahsen son hikaye için üçlemenin en iyisi diyebilirim. Diğer iki hikayenin aksine hafif komedi unsurlarının da bulunduğu final hikayesinde kontrolden çıkan teknoloji söz konusu. Lakin Yönetmen Otomo'nun diğer çalıştığı yapımların aksine (bakınız Akira) teknolojinin tehdit oluşturması İnşaat İptali Emri'nde daha az tehditkar, daha bir yumuşatılmış olarak çıkıyor karşımıza. Bu hikayenin başrolü ise tavırları, kocaman gözlüğü, ikiye ayırdığı saçları ve verdiği hafif çizgi film karakteri tadı ile klasik bir Japon satış görevlisini temsil eden Sugioka. Uydurma bir Güney Amerika ülkesine gönderilen Sugioka'nın amacı Amazon yakınlarına giderek çalıştığı firmanın başlattığı inşaatı durdurmak. Sugioka inşaat alanındaki tek insandır ve şantiyeden sorumlu ustabaşı robot tek bir şeye programlanmıştır: Ne olursa olsun inşaatı bitirmek. "Ne olursa olsun"... İşte tam bu noktada bizlere anlatılmak istenen şey aslında insanlar ve robotların çarpışmasıdır. Ustabaşı robot da karşısındaki insanı inşaatı için bir tehdit olarak görünce Sugioka, ustabaşı robot tarafından ofisinde kilit altında tutulur. Dahası, ustabaşı robot Sguioka’ya şöyle bir söz sarf etmekten de geri durmaz: Beni yok etsen bile bu inşaat devam edecek! Ve Sugioka kendisine verilen görevi tamamlamak için o kadar çok emek harcar ki en sonunda akıl sağlığı etkilenmeye başlar. Öyle ki Sugioka’nın aklında da tek bir şey vardır: Bu inşaat duracak! Gel gelelim işin trajikomik boyutu şudur ki Sugioka çaresizce inşaatı durdurmaya çalışırken yaşanan hükümet değişikliği sonucunda kendisine inşaatın yeniden devam edebileceğine dair bir haber gelir. Lakin bu artık Sugioka’nın umurunda değildir. Dediğim gibi bu inşaat artık duracaktır.

    İnşaat İptali Emri görsel olarak günümüzde alıştığımız anime çizim tarzına en yakın tekniğe sahip olan hikaye. Diğer iki senaryo, Labirent ve Koşan Adam çizim tarzı olarak oldukça farklı şekilde sunulmuş. Özellikle Koşan Adam da Zack Hugh'un mimikleri zaman zaman sizlere rahatsızlık verebilir. Bunun tam tersi bir şekilde Labirent'te karanlık atmosferine karşın gerek Sachi, gerekse Cicerone sevimli diyebileceğim karakterler. Yani anlayacağınız hikayeler sadece senaryo olarak değil tarz olarak da tamamen bambaşka. Peki bu üçlemeyi derleyen yönetmenler kimler? Anime dünyasında yerleri sağlam olan bu üç kişinin adını bilmeseniz de muhakkak animelerinin adını duymuşsunuzdur. Öncelikle Labirent’in Rintaro’sundan başlayalım. Garip bir isim değil mi? Asıl adı Shigeyuki Hayashi olan yönetmenin takma adı Rintaro. Birkaç sene öncesine kadar Kyoto Seika Üniversitesi’nde de ders veren yönetmenin ülkesinde iki adet ödülünün yanında Avrupa’da prestijli bir yere sahip olan “Sitges Film Festival” de 2001 yılında Metropolis filmiyle en iyi film adaylığı vardır. 1997 “X” adlı şahsen kötü olarak adlandırabileceğim anime filminde de yönetmen koltuğunda olsa da genel olarak tarzı ile diğer yapımlarında da oldukça başarılı işler çıkarmıştır. Özellikle az önce bahsettiğim ve yazısını bizzat kendim elime aldığım Metropolis filmi için belki de ustanın en sağlam işi diyebilirim. Koşan Adam’ın yönetmeni Yoshiaki Kawajiri için Ninja Scroll veya Vampire Hunter D desem herhalde yeterli olur. Tıpkı Koşan Adam’daki gibi zalim ve acımasız bir dünyada geçiyor Kawajiri’nin animeleri ve çoğunlukla bilimkurgu ön planda. Neo Tokyo ile aynı yıl içerisinde yönetmenliğini yaptığı Wicked City ile adını sağlamlaştıran yönetmen 2010’un başlarından bu yana özellikle batı kültüründen gelen (Iron Man, Wolverine, Blade, X-Men animeleri) kaynaklarda “storyboard”tan sorumlu kişi olarak, yani hikayenin kağıda ilk defa dökülmesi aşamasında görevler üstlenmiştir.


    Son yönetmenimiz Katsuhiro Otomo’dan bahsederken ise tek bir kelime edeceğim: Akira. Yönetmen Rintaro gibi ödüllere sahip olan Otomo’nun ünlü Fransız çizgi roman festivali Angoulême Büyük Ödülü’nde 2014 ve 2015 yılında iki adet ödülü vardır. 1982’de mangasını çizip 1988’de anime filmini çektiği Akira dışında yönetmenin en ünlü yapımı Steamboy diyebilirim. Hem olumlu hem olumsuz eleştiriler alsa da Steamboy on yıllık yapım süresi, 180.000’nin üzerindeki çizim sayısı ve kullanılan 440 adet CG grafik tekniği ile fakat en önemlisi yaklaşık yirmi milyon dolarlık bütçesi ile en pahalı anime filmi olma unvanına sahiptir.

    Neo Tokyo’nun başında “gizemli bir ormanda bir mağaranın ağzına girerek başladığımız bu macera…” diye başlamıştım ve aşağı yukarı elli dakika süren bu maceranın son sahnesinde Sachi’nin garip sirkinde ürkütücü yaratıklar ile garip bir palyaçoya sarılmasından sonra mağaranın ağzından çıkmamız ile son buluyor. Bizlere İngilizce olarak “Welcome” dedikten sonra mağaranın ağzı kapanıyor ama bunun bir son olmadığını da izleyicisine vurguluyor. Yaklaşık otuz sene sonra bile Neo Tokyo için hala yazılar yazabiliyorsak ve anime ile sanat nasıl kurgulanır merak ediyorsanız sadece elli dakikanızı (bir saat bile değil) ayırmanız yeterli olacaktır.

    Yazı, ilk olarak Japon Sineması adlı sitede yayınlanmıştır.


    0 comments

  • Copyright © 2013 - Nisekoi - All Right Reserved

    ANİME İNCELEMELERİ SAYFASI Powered by Blogger - Designed by Johanes Djogan